04 Mayıs 2009

Dışişleri Bakanlığı Nihayet Mükemmel Bir İsme Kavuştu

Sakarya Gazetesi yazarlarından A. Murat Vural'ın son kabine değişikliği ile ilgili olarak Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'na ithafen "Dışişleri Bakanlığı Nihayet Mükemmel Bir İsme Kavuştu" başlıklı köşe yazısı.

Gerçekten de Dışişleri Bakanlığının başına, nihayet işinin uzmanı, mükemmel bir birikim, deneyim ve denge sahibi, naif ve derinlikli bir kişilik olan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu geçti. Bu iktidarın yaptığı en akıllıca işlerden biri oldu bu. Şimdi hakkında çok şey yazılıp söylenebilir, bu iktidar tarafından Dışişleri Bakanlığına getirilmiş olması nedeniyle kişiliği üstüne tartışmalar, yakıştırmalar yapılabilir. Ancak bunların önemi yoktur. Bizi bilenler, tanıyanlar, okuyanlar, az çok nasıl bir kişiliğe ve düşünce yapısına sahip olduğumuzu bilirler. Dolayısıyla, iktidarın Davutoğlu tercihini doğru buluyor olmamıza da şaşırmasınlar. Davutoğlu hocayı yakından tanıyıp, çalışmalarını okusalar, hocayı dinleyip, sohbet etmiş olsalar, sanıyorum herkes, atamayı çok doğru bir karar olarak görürdü.
Bundan birkaç ay önce, Sn. Davutoğlu'nun çok küçük ve özel bir gruba verdiği konferansı dinleme ve kendisiyle sohbet etme şansım olmuştu. Hoca, Başbakanlık Başdanışmanı olarak görev yapıyordu. Çok hassas görev ve sorumluluklarla yükümlüydü. Her sözünü dikkatle söyledi ama üç saat süresince, hiç yorulmadan bize konferans değil, sanki ders verdi. Sanıyorum, üç saat boyunca dinlediklerimi, bir yıl boyunca alacağım Doktora derslerinden ancak edinebilirdim. Yaptığı saptamaları, kültürel, dinsel, dilsel, coğrafi, tarihi ve ekonomik analizleri, açıkcası nefes kesiciydi. İşte böylesi birinin Meclis dışından Dışişlerinin başına geçmesini, gerçekten büyük bir şans olarak görüyoruz. Bize göre, hangi parti iktidara gelirse gelsin, Sn. Davutoğlu'nun Dışişleri Bakanlığı sürmelidir. Özellikle içinden geçtiğimiz şu sancılı yıllarda, bu bir ulusal sorumluluktur.
Yazdıklarını değil ama anlattığı şu anıyı burada paylaşmam, belki hakkında küçük bir fikir verir. 1999 yılında, Güney Afrika'da "Yüzyılın En Büyük Medeniyetler Toplantısı" yapılmaktadır. Davutoğlu'ndan da toplantıda "İslam Dünyasının ve Türkiye'nin Geleceği" konusunda konuşma yapması istenir. 500'e yakın konuşmacı ve 5 bine yakın dinleyicinin katıldığı toplantının son oturumunda hoca, "Türkiye'nin önümüzdeki dönemin en çarpıcı, en özgün fikirlerine zemin oluşturacak, en kapsamlı stratejilerini oluşturabilecek ülkelerin başında geldiğini" söyler. Bir Batılı bilim adamı kalkar ve "nasıl olur da bu kadar iddialı konuşabilirsin. Siz dönüşüm geçiren, parçalı, sorunlu bir ülkeden geliyorsunuz" der. Bunun üzerine hoca şu cevabı verir: "Tam da bu gerekçeyle bütün özgün fikirler bizden çıkacaktır. Çünkü tarihte büyük fikirlerin çıktığı toplumlar, tek tip ve problemini çözmüş toplumlar değillerdir. Hegel parçalanmış Almanya'nın, Holtz iç savaş İngiltere'sinin, Machiavelli bölünmüş İtalya'nın, Gazali büyük çalkantılar yaşanan dönemin ürünüydü. Mevlana Moğol döneminde parçalanmış bir Anadolu'nun düşünürüydü. Bu bir dezavantaj değil aksine sizinle aramızda fark oluşturan bir avantaj. Siz Batılı akademisyen olarak eğitim hayatınıza başladığınızda sizin için avantaj görünen ama özgün fikir açısından dezavantaj oluşturan bütün hayat çizginiz belirlenmiştir. Okuyacağınız klasikler, takip edeceğiniz yol haritası, örnek alacağınız kişilikler bellidir. Uluslararası ilişkilerde Kissinger, Felsefede Kant, Edebiyatta Shakespeare gibi olacağım dersiniz. Kolay bir yol ama çok iyi işlediğini düşündüğünüz büyük hegamonik yapının küçük bir dişlisi olacaksınız. Bizim içinse önümüzde hiç kilometre taşı yok, konan taşlar da hep yanlış konmuş. Şucu bucu oluruz kafamızı vurup geri döneriz. Ne okuyacağımız belli değildir. Çarpa çarpa yolumuzu buluruz ama şunu biliriz ki biz kocaman bir makinenin küçük bir dişlisi olmayacağız. Yepyeni bir makine tahayyül edeceğiz. Aksi takdirde yeni bir dünya tahayyül etmedikçe toplum olarak ülke olarak birey olarak ayakta duramayız biz. Bu nedenle sadece klasiklerinizi veya metinlerinizi bilmeniz sizin için yeterlidir. Bir kez emek verirsiniz. Bense burada konuşabilmek için sizin bildiğiniz her türlü metni bilmek zorundayım. Bu bir emektir. Ayrıca, kendi halkımla, tarihimle konuşabilmem için de ayrı bir külliyatı devirmem gerekir, bu iki kez emektir. Yetmez, bu ikisini sentezleyip üçüncü bir yol üretmem lazım ki bu da üç kez emektir. Sizin bir emeğinizin karşılığı benim üç emek vermem lazım ki tarihin üstesinden geleyim. Bu nedenle tabiki sizden çok daha fazla şey biliyorum."
İşte böyle bir birikim, şimdi Türk Dışişlerinin başındadır. Bu coğrafyada sevilen biri olarak Hocanın bu görevi, emin olun tüm coğrafya için sevindirici ve umut olmuştur.

Hiç yorum yok:

Popüler Yayınlar

Blog Widget by LinkWithin

İslam İlmihali