20 Temmuz 2010

Şehid Olanlar Allah'ın Sevgili Kullarıdır..- 3

O gün garip ama tatlı bir sevinç vardı Maşita Sultan'ın imanla yoğrulmuş yüreğinde. Farkında değildi ama yüzü hep tebessümlüydü. İlahi aşkın cezbesi aklını almış gibiydi. Firavunun şımarık kızının saçlarını tarayıp bakımını yaparken bedeni orda, ruhu mavilerde geziyordu. Tarak yere düşüverdi. (Olur ya bazen) İlahi irade fail olup olması gereken gaflete mi getirdi; yoksa Maşita Sultan Firavunun kızını hakka davet etmek için bahane olsun diye mi düşündü bilinmez ama eğilip yerden tarağı alınca "BİSMİLLAH" dedi. Firavunun kızı parmaklarına dolamış saç uçlarıyla oynarken aynadaki görüntüsünü dondurdu… "BİSMİLLAH " da neyin nesi… Ani bir refleksle

"Nee! Ne dedin ne dedin? Senin babamdan başka ilahın da mı var?"

Tarağı yerden alıp doğrulan Maşita Sultan aynadaki cahilin gözlerinin içine baktı.

Korkmadan… Hakkı eğmeden, bükmeden… Çünkü dinde hak eğilmeye, bükülmeye gelmezdi. Kekelemeden, sürçmeden hak ne ise söylerdi yiğitler, korkakların aksine.

Paniklemeden bir buz dağının serinliğiyle "Benim tek bir ilahım vardır. O da babanı, seni, beni, yerleri, gökleri ve tüm varlıkları yaratan Allah'tır" dedi.

Maşita'nın sesi daha oda duvarlarında gezinirken kız kurbanlık koyunlar gibi çığlıkla koridora attı kendini. Onun bu canhıraş hali koridordaki muhafızları da haliyle panikletti. Onlar ne olduğunu anlamaya çalışırken aldıkları emir her şeyi anlatmaya kâfi oldu. "Şu kadının odadan çıkmasına izin vermeyin. Çünkü O…O saraydaki hainlerden biridir."

Muhafızlar için işin ciddiyetini anlatmaya yetti son cümle. " Saraydaki hainler..."

Tüm saray ahalisi aslında kulis yoluyla da olsa sarayda Mü'minlerin olduğundan haberdardılar. Yükselmek, kariyer yapmak için yetenek ve şahsiyetin değil, ne kadar ezersen o kadar yükselirsin mantığının ilk kural olduğu bir sistemde benliğini yitirmiş gammazcılar ve gammazladıkça benliğini yitirmişler daha yükseklere gelmek için göz ve kulakları açık sarayda harıl harıl 'hain' arar dururlardı. Piramitler de bu mantığın eseri değil miydi? Bir taş ne kadar çok taşı altına almışsa o kadar yükselebilmiş demektir.

Firavunun kızı sarayda öylesine can havliyle koşuyordu ki babasının odasına nefes nefese daldığında hızını alamayıp nerdeyse yüz üstü yerlere serilecekti.

" Baba! Maşita o hainlerden biriymiş" dedi ve bir eli göğsünde nefes almak için ara verdi. Firavun ve avaneleri belli ki ciddi bir konuyu görüşüyordu. Ama gelen haber ilgileri dağıttı. Firavun sadece "Na… Nasıl? Kim… Ne Haini?" diye abuk sabuk sorularla beyninde olayı toparlamaya çalıştı. Evet, bu haberle ilgili bir şeyler vardı iç dünyasında; ama kurgulayamıyordu.

Kız, meseleyi baştan anlatmayıncaya kadar getirdiği haberin öneminin kavranmayacağını anlayıp baştan olayı aldı ve en ince ayrıntısına kadar ispiyonladı.

Firavun öyle afallamıştı ki suratında halini anlatacak hiçbir mimik yoktu. Tek yaptığı Maşita'nın derhal mahzene kapatılması emrini vermek oldu.

Koridorlardaki koşuşturmalar, mızrak ve kılıç şakırtıları müthiş bir operasyon yapılıyor fikrini veriyordu henüz haberi duymamış olanlara. Hatta sarayın saldırıya uğruyor olduğunu bile düşünmüştü bazı saray ehli kişiler... Öyle saray ehli deyip geçmeyin. Bir orduya bedel asker, orta halli bir şehir kalabalığında bürokratlar, memurlar, uşaklar, hizmetçiler… vardı sarayda.

Koşuşan muhafızlar, kapatılan kimi koridorlar, hatta kurulan kontrol noktaları… Tümü sadece bir Müslüman içindi. Hani sonu zulüm ve vahşetle rütuş edilmese tarihin komik sayfalarına namzet bir tablo.

Saray özel muhafızları Firavunun odasında alıkonulan Maşita Sultan'ı koridorlardan kaçırırcasına mahzenlerden birine götürdüler. Asırlar sonrası fazla bir değişiklik olmayacaktı. Zulüm sistemlerinin kişiliksiz ve manaya kör bekçileri aksesuarlardaki küçük farklar dışında aynı protokolü eda edeceklerdi. Zira zincirden kelepçelere ve göz bağlarına tekabül edecekti, asrın modernitesine ayak uyduracaktı zulüm ederken kullanılan alet edevatlar. Bekçilerinin sahip oldukları tek mantık ise aynı kalacaktı renk bile değiştirmeden… Tepedekiler rahat uyuyacak, ezip zorla alacak ve kaymağı yiyecek, onlara ise yalanacak taslar kalacaktı.

Firavun "Nihayet birini ele geçirdim" sevinciyle az sonra mahzenin önüne geldi. Önce kapıdaki ufak mazgaldan içeri baktı. Bir köşeye sinmiş, ürkmüş, tir tir titreyen bir kadın bekliyordu. Ama öyle değildi işte. Kafese kapatılmış bir aslan heybetiyle vakur bir kadın vardı içerde. Titreyen tek yanı dualar mırıldayan dudaklarıydı. Firavun kapıyı açtırdı. Önce bir kadına karşı koruma tedbiri alacak bir manga asker girdi arkasından Firavun ve avanesinden. 3-5 kişi daracık hücreye doluştu. Maşita vakarını yine korudu. Canavar karşısında bir ceylanın ürkekliğini görmeyen Firavun, tarihe geçen azgınlığın suratını geçirdi.

"Senin benden başka ilahın mı var?"

"Hâşâ! Sen ilah değilsin ki senden başka ilahım da olmuş olsun. Benim bir ve tek ilahım var O da Musa'nın Rabbidir."
Hazırdaki herkes değil böyle bir lafı etmiş olmak, o an orda olup duymuş olmaktan bile dehşet vadilerine daldılar.

Firavun, hemen orda infaz edilmesi için emir verdi. Bu çıkışı anlık bir öfkeden ziyade, duyanların ve sonradan duyacak olanların bu efsuni sözlerin etkisine girmesinden, ilahlığının, sisteminin, yönetiminin ve meşruluğunun sorgulamaya başlanacak olmasından duyduğu endişedendi.

Susturun! Aman ha konuşturmayın hakkı. Kesilsin hakkın sesi. Şehvetlerle örülmüş perdeler yırtılırdı sonra. Hak geldi mi batıl zayi olurdu çünkü…

Kılıçlar havaya kalkmıştı ki; "DURUN" dedi karanlıklardan gelen bir ses. Firavun dâhil herkes sesin sahibine döndü. Firavun emrine hilaf bir emir verilmiş olmasından değil, yanında emir verilmiş olmasından dolayı yalın kılıç çattı kaşlarını.
Sesin sahibi Firavun'u, kibri ve merhametsizliğiyle iyi tanıdığı için derhal yerlere kapandı.

"Bu kulunuzu affedin. Zatınızın sadık bir kölesiyim. Ama beni dinlemeden bu sefihi öldürtmeyin. Onu şimdi, burada öldürürseniz bu en çok Musa'nın işine gelecektir."
Aslında Firavun'un dinlemeye niyeti yoktu. Ama Musa'nın menfaati sözcüğü onu ikna etti.

"Ne diyeceksen çabuk de"

"Efendim saraydaki herkes durumu şimdi öğrenmiştir. Ruhunu şeytana satmış bu kadın saray ehlinin huzurunda arınmazsa insanlar şüpheye düşecek. Emir verin tüm halk toplansın ve bu kadın insanların gözü önünde size sığınsın af dilesin. Sonra tüm saray ahalisinin önünde onu vahşi köpeklere yem edin. Öyleki bundan böyle size kulluktan vazgeçmeyi insanlar akıllarından bile geçirmesin.

Bu fikri beğenen Firavun gözle verdiği emirle kılıçları indirtti. Sonra Maşita'ya dönüp,

"Sana yarına kadar mühlet. Ruhundan şeytanı çıkarıp atmazsan önce çocuklarını gözlerinin önünde boğazlatacak sonra da seni param parça ettireceğim" diyerek arkasındaki avanesi ve askerleriyle çıktı.

Karanlık bir mahzende tek başına kalan Maşita sorumluluğunun daha da arttığını hissetti. Çünkü yarın davasından dolayı Ona değil; Ondan dolayı, Onun üzerinden davasına, dinine, Rabbine saldıracaklardı. Yarın Onun üzerinden oyunlar oynanacak ve yenmeyi başarırlarsa "Bakın Musa'nın davası batıldır" diyecekler. Bunları düşünen Maşita omuzlarına çöken ağırlığı hissetti.

Eşini düşündü. Çocukları aklına geldi. Onlara ne yaptılar acaba?
Saray debdebelerinin korkulu rüyası zincir şakırtıları Maşita'ya fısıldamaya başladı;

"Sakın ha Maşita! Dönme bu kutlu davadan. Sana Rabbinin ikramları yakındır. O'nun dergâh kapısının kilitleri sadakatla, Mü'min yüreklerin muhabbetiyle açılır. Sakın ha Maşita! Kâinatın efendisi lütuf kandilini musibetlerin ateşiyle yakar. Düşünme şimdi eş ve çocukları. Hâşâ Allah onları zayi etmez. Sen aşk ehli olmalısın Maşita akıl ehli değil. Akıl kenarda sinip seyrederken sen aşk olup ortaya çıkmalısın."
Devam Edecek...
Ziya Çevlik (inzar Dergisi 40. Sayı)

Hiç yorum yok:

Popüler Yayınlar

Blog Widget by LinkWithin

İslam İlmihali