1.BÖLÜM
Geniş koridorlar, her zaman pırıl pırıl olduğu gibi her türlü konforla da donatılmıştı. İnsanların yaşamak için kümesi bile lüks bulduğu ülkede koridorlar tek başına uçurumları, ayrı-ğayrıları… göstermeye yetiyordu. Saray içindeki hiyerarşi bile koridorların darlığı ve genişliğiyle anlaşılabiliyordu. Her koridor başında ve Firavun ile ailesinin odalarına açılan kapı önlerinde ek nöbetçiler bulunuyordu.
Saray, insanların yaşadığı merkeze üstten bakar bir noktada ve uzakçaydı. Şehirden saraya çıkan yolun daha başında nizamiye kurulmuştu. Saray çalışanları hariç herkes, değil saray kapısına varmak, saraya giden 2-3 kilometrelik yoldan bile çevrilirdi. Firavun halka uzaktı.. Uzaklığının, üstten bakarlığının, kibrinin bu şekil yansıması gayet doğal bir neticeydi. Halka uzaktı çünkü Hakk'a uzaktı.
İlah (!) olduğunu deklare edip kendisine tapınmayı emretmeden 50 yıl önce Mısır ülkesinde putları yaygınlaştırmış, onlarca ilah arasında kendi ilahlığını meşrulaştırmıştı. Bununla, yani çok ilahlılıkla kendi ilahlığına karşı refleksleri önlemeyi amaçlamıştı. Öyle ya onlarca ilahtan sonra ha bir eksik ha bir fazla.. ne fark ederdi ki.. Üstelik çok tanrılı bir toplumda itikattan ve bu itikadın beraberinde getireceği sorgulamadan, fikretmeden, direnmeden bahsedilemezdi.. Birileri çıkar bir şeye ilah derdi. İlah olurdu. Firavun bu kurnazlıkla çok ilahlılığı yaygınlaştırıp kendi ilahlığına zemin hazırlamış oluyordu.
Her şeyin bir tanrısı vardı. Ölülerin, madencilerin, aşk ve neşenin, suların, adaletin, savaşın, hasadın, toprağın….Bir de sözde Mısır'ın…
Haşa bir ilah düşünün halkına uzak, soğuk, zalim, üstten bakan, acımasız ve gaddar.. Halkı Firavun'u böyle kanıksamıştı. Musa (as)'ın dinine tabi olmayanlar korkudan, sindirilmişlikten, menfaatten veya kurulmuş düzenin kendi keselerine de akan rantından dolayı Firavunun sözde ilahlığına kayıtsız ve sessizdiler. Çok tanrılı dinin takibini rahipler yapardı. Mısır kralları tarafından çok zengin hale getirilen rahipler, halk tarafından tanrılara kesilen kurbanlar ve adanan hediyelerle bol bol geçiniyor mabetlerdeki ferah yerlerde yaşıyorlardı. Angarya işlerde çalışmaktan, vergiden ve askerlikten muaftılar. Çok olan tanrılara anlayacağınız içten sadık olan yoktu. Ezici bir kısım ruhlarını sattıran ölüm korkusuyla, elit tabaka ise gölge tanrıların kaymağını yemekle meşguldü. Böyle gelmiş böyle gidiyordu. Ezen memnun, ezilen kaderine razı... Mısır'dan sonra daha çok ülkelere sıra gelecekti. Düzenler kurulacak, bu düzenleri kuranlar ilahlaştırılacak, zindandan tâ darağaçlarına kadar saraylardan, şatolardan, köşklerden projeler çizilecekti…
Ama…! Bir kımıltı vardı Mısır ülkesinde, sokaklarında, varoşlarında. Musa asasıyla dönmüştü hicretten. O döneli hücre ıssızlığına, başkaldırı nuruna bürünmüştü evlerden bazıları. Sessiz tevhidi bir çığlık akort yapıyordu Mısırda. LA İLAHE İLLALLAH MUSA KELİMULLAH..!
Can alıcı bir ezgi, gür bir seda olacağı, pişeceği, kıvamına geleceği, halkın özellikle İsrail oğullarının kahredici kanıksayıcılığını şuura inkılab edeceği, tavını alacağı günü bekliyordu "Mısır'da evler edinin" emr-i ilahisiyle…
Evlere birileri giriyor, birileri çıkıyordu. Tedbirli bakışlarla. İki önde bir arkada. Edinilen evlerin kapısı çalınmadan önce gözler önce devriye geziyordu. Sonra akrabalık/iş arkadaşlığı senaryo ediliyordu. Mü'minler Hz. MUSA (as) ile Mısır'da evler ediniyordu.
Firavun, saray baş casusunun acil notuyla tahtından dehlizli koridordaki ve kısıtlı sayıda özel giriş izniyle girilebilen odaya geçti.. Dudaklarını sol tarafa büküp sol gözünü kıstı. Yanağının sağ tarafında oluşan çizgilerin çirkinliğiyle odaya sahte ihtişamıyla girdiğinde baş casusun yanında bir başkasıyla kendisini bekler buldu. Öteki ise kula kulluğun zilleti, onulmaz korkuların acizliği, fıtrattan sapmışlığın zavallılığı ile kendisine tiksinti salan, alçaltan Firavun bakışlardan rahatsız bile olmuyor, el pençe, beli bükük, omuzları düşmüş halde hakirce siniyordu.
Firavun ne var, ne oldu, demeye kalmadan baş casus ve öteki secdeye kapandılar. İki yiyen, içen, uyuyan, bir yiyen, içen, uyuyanı tazim ediyordu. Firavun önünde secdeye kapanmış iki adama baktı. "Evet" diyordu göğsünde kaynayan nefis "Ben, Benim"
Sonra komut verip bu kadar yeter dercesine kalkmalarını emretti.
Firavun: Ne var, ne oldu, böyle acil olan ne?
Baş Casus: Ey Horus'un oğlu! (1) Set' in (2) köleleri işi iyice azıttılar. Geçen gün de size arz etmiştim; geceleri evlerde toplanıp Set'in en büyük adamı Musa'nın öğretilerini konuşuyorlar.
Firavun: Ne var bunda? Size, tüm imkan ve adamlarınızı seferber edip her evi, evlere giren çıkan herkesi hatta sinekleri bile tanımanızı ve emrimi beklemenizi söylemiştim ya! Günü gelince hepsinin kökünü birden kazıyacağım. Öyle ki Set bile şaşıracak her şeyin bilgisine nasıl da ulaştığıma. Horus'un (3) yardımına da gerek duymayacağım.. Ha..! Ha..! Ha..!
Kahkahasını atarken sırtını geriye doğru iyice çekip karnını şişirdi. Hesapları vardı zalimce ve kan kokan. Mazlumların, Musa ve ümmetinin hakkında kurguları vardı tarihe geçecek, Osiris'e (4) çok iş çıkaracak..
Ama..! Göklerden nazil olmaya başlayan bir ince hesap daha vardı ucu Kızıldeniz'e dayanan. Cibril (as) kanatlarını germişti bile edinilen evlere. Ve belki saraya dahi.
Nitekim boğaz düğümünden, şeytanın nefes kattığı kahkahaları daha duvarlarda yankılanmaktayken "baş casus nasıl söyleyeceğim" diye tırnaklarını kemirip bir çırpıda söyledi kötü haberi..
Baş Casus: Set'in köleleri saraydan bazılarının ruhunu satın almış. Musa'nın hücrelerinden sarayınıza kıvılcımlar düştü Efendim Hazretleri.
Dondu.. Kala kaldı Firavun.. Gözü en son baktığı noktada dondu. Ciğerlerine çektiği son nefes soluk borusunda kaldı. Kanı damarlarında, ağzı açıkta kaldı. Havaya saldığı son kahkaha odanın tam ortasında, duvara yetişip çarpmadan öylece kaldı, durdu. Tek duyulan baş casusun ve ötekinin paniklemiş kalp atışları ve tir tir titreyen vücutlarındaki elbise hışırtılarıydı.
Yıllara bedel bir iki saniyeden sonra şaşkınlıktan saç telleri havaya dikilmiş bir halde, gözbebeklerinde korkunun çizdiği taslaklarla "Nee!" diyebildi. "Sarayıma kadar dadandılar haa!"
Baş Casus : E….E…E-vet efendim hazretleri. Sekhmet (5) sizi korusun. Elimizde sağlam istihbarat var.
Bir kara yüz, kara cübbesi, kara kokusuyla ensesinde bitti Firavunun. Fısıldadı sol kulağına; "Kullarının önünde bu panik ve telaş Mısır'ın ilahına yakışıyor mu ?"
Önce uykudan uyanmışçasına gözleriyle sonra da tüm vücuduyla silkelendi. "Benim bu korkmuş halim ve şaşkınlığım olumsuz etkiler kullarımı" diye sessizce düşünüp korku çiziklerini çatık kaşlar ve sinirden şişmiş avurduyla kamufle etti.
Firavun: Peki (Salomeyi kastederek) Bu kulum oranın saraya açılan gizli bir dehliz olduğunu nerden biliyor?
Sorusunu, yanlış istihbarat arayıp kendini rahatlatmak için sormuştu ama alacağı cevap onu iyice afallatmıştı.
Baş Casus: O bilmiyordu Efendim Hazretleri.. Komite sorumlusuna bu istihbaratı ilettiğinde "Esrarengiz bir yere girip gözden kayboldu, kaçırdım elimden" diye rapor etmiş. Ben duyunca huylandım, çünkü tarif ettiği bölge acil durumlar için inşa ettirdiğiniz gizli dehlizlerden Kızıldeniz yönüne açılan dehlizle örtüşüyordu. Bizzat onunla gittim aynı güzergahı takip ettik.. Ptah (6) dehlizine ulaştık.
Firavun elini arada bir ağzına götürüyor, küçük öksürükler bırakıyordu. Aslında paniğini kendince saklıyor, şaşkınlığını daha önemlisi içini kemirmeye başlamış olan korkularını gizlemeye çalışıyordu. O haykıran, höyküren adam gitmiş yerine ne kadar gayret gösterse de kekelemeye başlamış bir zavallı gelmişti.
Firavun: Pe… Pe-ki bu kişinin saray ehlinden olduğu sonucuna nasıl vardınız. O dehlizleri inşa eden tüm işçi ve mimarları bizzat öldürtmüştüm.
Baş Casus: Efendim Hazretleri sorun da bu ya! O dehlizleri sadece ve sadece sizin bilmesini istedikleriniz biliyor. O dehlizden giren saray ehlinden biriydi. Musa'nın evlerinden birine gitti ve sonra geri döndü. Yani sarayda ikamet eden kullarınızdan bir ama Set'e ruhunu satmış. Hem hiç kimsenin dehliz giriş-çıkışlarını rastlantı ile bulmasına imkân yok. Takdir edersiniz ki dehliz giriş-çıkışları en mükemmel şekilde kamufle edilmiş. Hem Salome'nin anlattıklarına bakılırsa dehlizden içeri kendi kapısından evine girer gibi aşina imiş. Ayrıca saray dışından birinin bu şekilde rahatça dehlize oradan da saraya sokulacağına ihtimal vermiyorum.
Firavun ikna olmuştu. İyi ama bu kişi dehlizi bilmesi gerekenlerden birisi miydi? Yoksa saray görevinin rahatlığıyla rastlantı ile mi keşfetmişti? Yoksa bilenlerden biri mi bu kişiye sırlarını ifşa etmişti? Öyleyse Musa'nın taraftarları sarayda bir kişi değildi anlamı çıkar. İki kişiler mi yoksa daha fazla mı? Sorular beynini kemiriyor. Her soru başka soru işaretleri oluşturuyordu. Nihayet akıl etti ve sordu baş casusa:
-Kim peki bu şahıs?
Saray baş casusu başından beri korktuğu ve nasıl cevap vereceğini bilmediği soruya muhatap olmuştu. Çünkü ajan Salome yüzünü net görmemişti. Görmüş olsaydı bile tanıyamazdı zaten. Salome, İsrailoğulları mahallesinde, çarşıda pazarda, diğer varoşlarda yaşayan sinekleri bile tanırdı. İşinin karşılığı aldığı çil çil Mısır altınları yeteneğinin sırrıydı.
İşi ne miydi?
Tanımak, fişlemek, gammazlamak… Kendi ırkına, insanlarına, eşyaya, fıtrata ihanet yani; aynı kaderi yaşamaya zorlandığı insanlarını, köleleştirene satmaktı işi.
Akşamlara-sabahlara kadar gezer, gözleri fırıl fırıl döner, bazen insanlara dostça yaklaşır sohbet arası ağız yoklar, bazen Musa( as)'ın evlerinden birinin önünde tezgah kurar yumurta satardı.. Başka bir deyişle kendinden olanları, kendinden olmayanlara satardı.. Benliğini, insanlığını yani.
Cevap alamamış olmak onu iyice korkutmuştu korkutmasına rağmen ama o korkusunu öfke olarak dışarı vurdu;
Kimdi o?
Dipnotlar:
1-Nur (ışık) İlahı
2-Kuraklık ve kötülük tanrısı
3-Kâinatı aydınlatan ve canlandıran Horus, tahrip ve kötülük tanrısı Set ile hep savaş halindedir. Horus her zaman kazanır ama Set de hiç ölmez.
4-Ölüler tanrısı
5-Savaş tanrıçası
6-Artist ve madencilerin tanrısı
DEVAM EDECEK
Kaynak..: http://www.inzardergisi.com
Geniş koridorlar, her zaman pırıl pırıl olduğu gibi her türlü konforla da donatılmıştı. İnsanların yaşamak için kümesi bile lüks bulduğu ülkede koridorlar tek başına uçurumları, ayrı-ğayrıları… göstermeye yetiyordu. Saray içindeki hiyerarşi bile koridorların darlığı ve genişliğiyle anlaşılabiliyordu. Her koridor başında ve Firavun ile ailesinin odalarına açılan kapı önlerinde ek nöbetçiler bulunuyordu.
Saray, insanların yaşadığı merkeze üstten bakar bir noktada ve uzakçaydı. Şehirden saraya çıkan yolun daha başında nizamiye kurulmuştu. Saray çalışanları hariç herkes, değil saray kapısına varmak, saraya giden 2-3 kilometrelik yoldan bile çevrilirdi. Firavun halka uzaktı.. Uzaklığının, üstten bakarlığının, kibrinin bu şekil yansıması gayet doğal bir neticeydi. Halka uzaktı çünkü Hakk'a uzaktı.
İlah (!) olduğunu deklare edip kendisine tapınmayı emretmeden 50 yıl önce Mısır ülkesinde putları yaygınlaştırmış, onlarca ilah arasında kendi ilahlığını meşrulaştırmıştı. Bununla, yani çok ilahlılıkla kendi ilahlığına karşı refleksleri önlemeyi amaçlamıştı. Öyle ya onlarca ilahtan sonra ha bir eksik ha bir fazla.. ne fark ederdi ki.. Üstelik çok tanrılı bir toplumda itikattan ve bu itikadın beraberinde getireceği sorgulamadan, fikretmeden, direnmeden bahsedilemezdi.. Birileri çıkar bir şeye ilah derdi. İlah olurdu. Firavun bu kurnazlıkla çok ilahlılığı yaygınlaştırıp kendi ilahlığına zemin hazırlamış oluyordu.
Her şeyin bir tanrısı vardı. Ölülerin, madencilerin, aşk ve neşenin, suların, adaletin, savaşın, hasadın, toprağın….Bir de sözde Mısır'ın…
Haşa bir ilah düşünün halkına uzak, soğuk, zalim, üstten bakan, acımasız ve gaddar.. Halkı Firavun'u böyle kanıksamıştı. Musa (as)'ın dinine tabi olmayanlar korkudan, sindirilmişlikten, menfaatten veya kurulmuş düzenin kendi keselerine de akan rantından dolayı Firavunun sözde ilahlığına kayıtsız ve sessizdiler. Çok tanrılı dinin takibini rahipler yapardı. Mısır kralları tarafından çok zengin hale getirilen rahipler, halk tarafından tanrılara kesilen kurbanlar ve adanan hediyelerle bol bol geçiniyor mabetlerdeki ferah yerlerde yaşıyorlardı. Angarya işlerde çalışmaktan, vergiden ve askerlikten muaftılar. Çok olan tanrılara anlayacağınız içten sadık olan yoktu. Ezici bir kısım ruhlarını sattıran ölüm korkusuyla, elit tabaka ise gölge tanrıların kaymağını yemekle meşguldü. Böyle gelmiş böyle gidiyordu. Ezen memnun, ezilen kaderine razı... Mısır'dan sonra daha çok ülkelere sıra gelecekti. Düzenler kurulacak, bu düzenleri kuranlar ilahlaştırılacak, zindandan tâ darağaçlarına kadar saraylardan, şatolardan, köşklerden projeler çizilecekti…
Ama…! Bir kımıltı vardı Mısır ülkesinde, sokaklarında, varoşlarında. Musa asasıyla dönmüştü hicretten. O döneli hücre ıssızlığına, başkaldırı nuruna bürünmüştü evlerden bazıları. Sessiz tevhidi bir çığlık akort yapıyordu Mısırda. LA İLAHE İLLALLAH MUSA KELİMULLAH..!
Can alıcı bir ezgi, gür bir seda olacağı, pişeceği, kıvamına geleceği, halkın özellikle İsrail oğullarının kahredici kanıksayıcılığını şuura inkılab edeceği, tavını alacağı günü bekliyordu "Mısır'da evler edinin" emr-i ilahisiyle…
Evlere birileri giriyor, birileri çıkıyordu. Tedbirli bakışlarla. İki önde bir arkada. Edinilen evlerin kapısı çalınmadan önce gözler önce devriye geziyordu. Sonra akrabalık/iş arkadaşlığı senaryo ediliyordu. Mü'minler Hz. MUSA (as) ile Mısır'da evler ediniyordu.
Firavun, saray baş casusunun acil notuyla tahtından dehlizli koridordaki ve kısıtlı sayıda özel giriş izniyle girilebilen odaya geçti.. Dudaklarını sol tarafa büküp sol gözünü kıstı. Yanağının sağ tarafında oluşan çizgilerin çirkinliğiyle odaya sahte ihtişamıyla girdiğinde baş casusun yanında bir başkasıyla kendisini bekler buldu. Öteki ise kula kulluğun zilleti, onulmaz korkuların acizliği, fıtrattan sapmışlığın zavallılığı ile kendisine tiksinti salan, alçaltan Firavun bakışlardan rahatsız bile olmuyor, el pençe, beli bükük, omuzları düşmüş halde hakirce siniyordu.
Firavun ne var, ne oldu, demeye kalmadan baş casus ve öteki secdeye kapandılar. İki yiyen, içen, uyuyan, bir yiyen, içen, uyuyanı tazim ediyordu. Firavun önünde secdeye kapanmış iki adama baktı. "Evet" diyordu göğsünde kaynayan nefis "Ben, Benim"
Sonra komut verip bu kadar yeter dercesine kalkmalarını emretti.
Firavun: Ne var, ne oldu, böyle acil olan ne?
Baş Casus: Ey Horus'un oğlu! (1) Set' in (2) köleleri işi iyice azıttılar. Geçen gün de size arz etmiştim; geceleri evlerde toplanıp Set'in en büyük adamı Musa'nın öğretilerini konuşuyorlar.
Firavun: Ne var bunda? Size, tüm imkan ve adamlarınızı seferber edip her evi, evlere giren çıkan herkesi hatta sinekleri bile tanımanızı ve emrimi beklemenizi söylemiştim ya! Günü gelince hepsinin kökünü birden kazıyacağım. Öyle ki Set bile şaşıracak her şeyin bilgisine nasıl da ulaştığıma. Horus'un (3) yardımına da gerek duymayacağım.. Ha..! Ha..! Ha..!
Kahkahasını atarken sırtını geriye doğru iyice çekip karnını şişirdi. Hesapları vardı zalimce ve kan kokan. Mazlumların, Musa ve ümmetinin hakkında kurguları vardı tarihe geçecek, Osiris'e (4) çok iş çıkaracak..
Ama..! Göklerden nazil olmaya başlayan bir ince hesap daha vardı ucu Kızıldeniz'e dayanan. Cibril (as) kanatlarını germişti bile edinilen evlere. Ve belki saraya dahi.
Nitekim boğaz düğümünden, şeytanın nefes kattığı kahkahaları daha duvarlarda yankılanmaktayken "baş casus nasıl söyleyeceğim" diye tırnaklarını kemirip bir çırpıda söyledi kötü haberi..
Baş Casus: Set'in köleleri saraydan bazılarının ruhunu satın almış. Musa'nın hücrelerinden sarayınıza kıvılcımlar düştü Efendim Hazretleri.
Dondu.. Kala kaldı Firavun.. Gözü en son baktığı noktada dondu. Ciğerlerine çektiği son nefes soluk borusunda kaldı. Kanı damarlarında, ağzı açıkta kaldı. Havaya saldığı son kahkaha odanın tam ortasında, duvara yetişip çarpmadan öylece kaldı, durdu. Tek duyulan baş casusun ve ötekinin paniklemiş kalp atışları ve tir tir titreyen vücutlarındaki elbise hışırtılarıydı.
Yıllara bedel bir iki saniyeden sonra şaşkınlıktan saç telleri havaya dikilmiş bir halde, gözbebeklerinde korkunun çizdiği taslaklarla "Nee!" diyebildi. "Sarayıma kadar dadandılar haa!"
Baş Casus : E….E…E-vet efendim hazretleri. Sekhmet (5) sizi korusun. Elimizde sağlam istihbarat var.
Bir kara yüz, kara cübbesi, kara kokusuyla ensesinde bitti Firavunun. Fısıldadı sol kulağına; "Kullarının önünde bu panik ve telaş Mısır'ın ilahına yakışıyor mu ?"
Önce uykudan uyanmışçasına gözleriyle sonra da tüm vücuduyla silkelendi. "Benim bu korkmuş halim ve şaşkınlığım olumsuz etkiler kullarımı" diye sessizce düşünüp korku çiziklerini çatık kaşlar ve sinirden şişmiş avurduyla kamufle etti.
Firavun: Peki (Salomeyi kastederek) Bu kulum oranın saraya açılan gizli bir dehliz olduğunu nerden biliyor?
Sorusunu, yanlış istihbarat arayıp kendini rahatlatmak için sormuştu ama alacağı cevap onu iyice afallatmıştı.
Baş Casus: O bilmiyordu Efendim Hazretleri.. Komite sorumlusuna bu istihbaratı ilettiğinde "Esrarengiz bir yere girip gözden kayboldu, kaçırdım elimden" diye rapor etmiş. Ben duyunca huylandım, çünkü tarif ettiği bölge acil durumlar için inşa ettirdiğiniz gizli dehlizlerden Kızıldeniz yönüne açılan dehlizle örtüşüyordu. Bizzat onunla gittim aynı güzergahı takip ettik.. Ptah (6) dehlizine ulaştık.
Firavun elini arada bir ağzına götürüyor, küçük öksürükler bırakıyordu. Aslında paniğini kendince saklıyor, şaşkınlığını daha önemlisi içini kemirmeye başlamış olan korkularını gizlemeye çalışıyordu. O haykıran, höyküren adam gitmiş yerine ne kadar gayret gösterse de kekelemeye başlamış bir zavallı gelmişti.
Firavun: Pe… Pe-ki bu kişinin saray ehlinden olduğu sonucuna nasıl vardınız. O dehlizleri inşa eden tüm işçi ve mimarları bizzat öldürtmüştüm.
Baş Casus: Efendim Hazretleri sorun da bu ya! O dehlizleri sadece ve sadece sizin bilmesini istedikleriniz biliyor. O dehlizden giren saray ehlinden biriydi. Musa'nın evlerinden birine gitti ve sonra geri döndü. Yani sarayda ikamet eden kullarınızdan bir ama Set'e ruhunu satmış. Hem hiç kimsenin dehliz giriş-çıkışlarını rastlantı ile bulmasına imkân yok. Takdir edersiniz ki dehliz giriş-çıkışları en mükemmel şekilde kamufle edilmiş. Hem Salome'nin anlattıklarına bakılırsa dehlizden içeri kendi kapısından evine girer gibi aşina imiş. Ayrıca saray dışından birinin bu şekilde rahatça dehlize oradan da saraya sokulacağına ihtimal vermiyorum.
Firavun ikna olmuştu. İyi ama bu kişi dehlizi bilmesi gerekenlerden birisi miydi? Yoksa saray görevinin rahatlığıyla rastlantı ile mi keşfetmişti? Yoksa bilenlerden biri mi bu kişiye sırlarını ifşa etmişti? Öyleyse Musa'nın taraftarları sarayda bir kişi değildi anlamı çıkar. İki kişiler mi yoksa daha fazla mı? Sorular beynini kemiriyor. Her soru başka soru işaretleri oluşturuyordu. Nihayet akıl etti ve sordu baş casusa:
-Kim peki bu şahıs?
Saray baş casusu başından beri korktuğu ve nasıl cevap vereceğini bilmediği soruya muhatap olmuştu. Çünkü ajan Salome yüzünü net görmemişti. Görmüş olsaydı bile tanıyamazdı zaten. Salome, İsrailoğulları mahallesinde, çarşıda pazarda, diğer varoşlarda yaşayan sinekleri bile tanırdı. İşinin karşılığı aldığı çil çil Mısır altınları yeteneğinin sırrıydı.
İşi ne miydi?
Tanımak, fişlemek, gammazlamak… Kendi ırkına, insanlarına, eşyaya, fıtrata ihanet yani; aynı kaderi yaşamaya zorlandığı insanlarını, köleleştirene satmaktı işi.
Akşamlara-sabahlara kadar gezer, gözleri fırıl fırıl döner, bazen insanlara dostça yaklaşır sohbet arası ağız yoklar, bazen Musa( as)'ın evlerinden birinin önünde tezgah kurar yumurta satardı.. Başka bir deyişle kendinden olanları, kendinden olmayanlara satardı.. Benliğini, insanlığını yani.
Cevap alamamış olmak onu iyice korkutmuştu korkutmasına rağmen ama o korkusunu öfke olarak dışarı vurdu;
Kimdi o?
Dipnotlar:
1-Nur (ışık) İlahı
2-Kuraklık ve kötülük tanrısı
3-Kâinatı aydınlatan ve canlandıran Horus, tahrip ve kötülük tanrısı Set ile hep savaş halindedir. Horus her zaman kazanır ama Set de hiç ölmez.
4-Ölüler tanrısı
5-Savaş tanrıçası
6-Artist ve madencilerin tanrısı
DEVAM EDECEK
Kaynak..: http://www.inzardergisi.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder