08 Temmuz 2010

Mirac Kandiliniz Mübarek Olsun..

 

http://img68.imageshack.us/img68/9606/mirackandilimuhammedom2.jpg



İsrâ ve Mi'rac, Peygamber Efendimiz'in (SAS) Mescid-i Haram'dan başlayıp Mescid-i Aksâ'ya, oradan da Sidretü'l-Müntehâ'ya ve huzûr-i Rabbi'l-âlemîne kadar devam eden binbir hikmet ve sırlarla dolu olan yolculuğudur.

Mi'rac, "hüzün senesi" olarak isimlendirilen devrede, yani Resûlüllah Efendimiz'in en büyük hâmisi, amcaları Ebû Tâlib ile maddeten ve mânen her zaman yanlarında bulunan zevce-i tâhireleri Hadîcetü'l-Kübrâ vâlidemizin vefatlarıyla sıkılan, âdeta hüzne gark olan Peygamberimiz'in (s.a.v.) huzûr-i İlâhîde tesliye edilmesidir... Üç yıl devam eden Mekkeli müşriklerin ablukası ve on yıla yakın zamandır süregelen sıkıntıların sonunda Resûlüllah Efendimiz'in rahatlaması, bunlara gösterilen sabrın mükâfatlandırılmasıdır.


İsra ve Mi'rac mucizesi, hicretten bir yıl önce, 621 yılı başlarında gerçekleşmiştir. Olayın iki aşaması vardır. Birinci aşamada Hz. Peygamber (s.a.v) Mescidül-Haram'dan Beytü'l-Makdis'e (Kudüs) götürülür. Kur'an-ı Kerim'in andığı bu aşama, gece yürüyüşü anlamında İsra adını alır.


İkinci aşamayı ise Serveri Ser Efendimizin Beytü'l-Makdis'ten Rabbinin huzuruna yükselişi oluşturur. Mi'rac olarak anılan bu yükselme olayı Kur'an-ı Kerim'de anılmaz, ancak çok sayıdaki hadis-i serifte ayrıntılı biçimde anlatılır.


Peygamber Efendimiz, Burak ile Beytü'l Makdis'e vardıktan sonra oradaki büyük ve sert kayadan göğe çıkarıldı. Her bir gökte peygamberlerden biriyle görüştü, nice nice melekler gördü. Cennet ve cehennemin durumlarını temaşa etti, Sidre-i Müntehâ'ya geçti, Allah'ın melekût âleminden birçok şeyler gördü. Nihayet beş vakit namazın farz kılınması emri ile aynı gecede geri döndü.


MiracKandili_700.png image by bekirkaraduman

Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Harem-i şerif'te Kâbe'nin Hatîm kısmında yatarken Cebrâil Aleyhisselâm geldi ve göğsünü yardı. Kalbini zemzem suyu ile yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurdu.
Bu arada "Burak" adında, katırdan küçükçe, uzun ve beyaz renkli bir binek getirildi. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- üzerine bindi, Cebrâil Aleyhisselâm'ın refâkatinde yola çıktılar. Burak her adımını gözünün erişebileceği yerin ilerisine atıyordu. İlk anda Kudüs-ü şerif'e vardılar. Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Mescid-i Aksâ'da (Beyt-i Makdis'te) bütün Peygamberân-ı izam hazerâtının ervâhına imam olup namaz kıldırdı.
Bu hâdise Kur'an-ı kerim'de şöyle anlatılmaktadır:
"Kulu Muhammed'i gecenin bir anında Mescid-i Haram'dan alıp, civarını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Ona âyetlerimizden nicelerini gösterelim diye böyle yaptık. O, işiten ve görendir." (İsrâ: 1)
Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise bu mübarek yolculuğu bizzat kendileri naklediyorlar. Devamla buyuruyorlar ki:
"Daha sonra gök yüzüne bir "Miraç" uzatıldı. Ben Miraç'tan daha güzel bir şey görmüş değilim. Ölüleriniz ölümleri sırasında gözlerini ona diker. Cibril ile ona binerek yükseldik. Dünya semasının kapısına geldiğimizde Cibril kapıyı çaldı. "Kim o?" denildi. "Cibril'im" dedi. "Yanındaki kimdir?" denildi. "Muhammed'dir." deyince "Göğe çıkmak için izin verildi mi?" diye soruldu. Cibril "Evet verildi.""Merhaba, hoş geldin!… Bu gelen yolcu ne güzel yolcu.""Hoş geldin sâlih evlat sâlih peygamber!" dedi. Cebrail'e; "Bu kimdir?" diye sordum. "Baban Âdem'dir!" dedi, "O karaltılar da zürriyetinin ruhlarıdır. Sağındakiler cennetlik, solundakiler ise cehennemliktir. Sağına bakınca güler, soluna bakınca ağlar." dedi. O zaman bekçi melek kapıyı açarak dedi. Birinci semâya girdiğimde vazifeli bir melek gördüm. Maiyetinde yetmiş bin melek ve her birinin emrinde yüz bin melek vardı. Bunlar semâyı muhafaza ediyorlardı. Derken heybetli bir kimse gördüm. Sağında ve solunda karartılar vardı. Sağına bakıp gülüyor, soluna bakıp ağlıyordu. Selâm verdim, selâmımı aldı.
Sonra bir kavim gördüm. Dudakları deve dudağı gibi idi. Melekler onların dudaklarını kesiyorlar, ağızlarına ateşten taşlar koyuyorlardı. Ağızlarından giren taşlar aşağılarından çıkıyordu. Cebrâil'e "Bunlar kimlerdir?" diye sordum. "Yetim malını zulmen yiyenlerdir." dedi.
Diğer bir kavmin derilerinden sırımlar dilinip, ağızlarına veriliyordu. Bunların da koğuculuk edenler, dedikodu yapanlar, insanlar arasında söz getirip-götürerek birbirine düşman edenler olduğunu söyledi. Bir kavim de vardı ki, önlerine güzel bir sofra kurulmuş, üzerine en güzel yemekler ve kebaplar konmuş. Onlar o güzel kebapları bırakıp etrafındaki cifeleri yiyorlardı. "Bunlar kimlerdir?" dedim, "Nikâhlı eşlerini bırakıp da harama giden zinakârlardır." dedi.
Baktım ki Firavun ve arkadaşlarının yolu üzerinde karınları evler kadar şişmiş insanlar var. Firavun ve arkadaşları sabah-akşam bunları çiğneyerek geçiyorlar. "Bunlar kimlerdir yâ Cebrâil?" dedim, fâiz yiyenler olduğunu söyledi.
Yine orada bir takım kadınlar gördüm. Kimisi göğüslerinden, kimisi ayaklarından başaşağı asılmıştı. Cebrâil bunların da, zina eden ve çocuklarını öldüren kadınlar olduğunu haber verdi.
Daha sonra; ikinci kat semada Yahya ve İsâ Aleyhisselâm'la, üçüncü kat semada Yusuf Aleyhisselâm'la, dördüncü kat semada İdris Aleyhisselâm'la görüştüler. Beşinci kat semada Hârun Aleyhisselâm'la karşılaştılar. Altıncı kat semada Musâ Aleyhisselâm'la, yedinci kat semada İbrahim Aleyhisselâm'la karşılaşıp görüştüler.
Bundan sonra Cebrâil Aleyhisselâm yedinci kat semâdan Hazret-i Allah'ın biricik Habibi'ni alıp öyle yükseklere çıkardı ki, Sebeb-i Mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz mukadderâtı yazan kalemlerin cızırtılarını duyuyordu. Daha sonra karşılarına Sidre-i Müntehâ sahası açıldı. Müntehâ denilmesine sebep ise, oradan öteye ne peygamber ne de melek, hiç kimseye yol verilmemiştir.
Sidre-i Müntehâ'dan cennete götürüldü, inciden yapılmış köşkleri temâşa etti. O gece cehennemi, Kürsîyi, Arş-ı Rahmân'ı da gördü. Buradan öteye Kaabe kavseyn makamına yolculuk Refref ile oldu. Cenâb-ı Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz oradan ayrılacağı sırada Cebrâil Aleyhisselâm'ın, kendisi ile beraber gelmesini rica etmişti. O da: "Burası Sidre-i Müntehâ'dır, şâyet ben buradan bir parmak ucu kadar ileri geçersem yanarım!" buyurdu ve orada durakladı.
Çünkü o onun nurundan halkolunmuştu. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Allah-u Teâlâ'nın nurundan yaratılmıştı. Nur Nur'a kavuştuğu için yanmadı.
Allah öyle bir Allah'tır ki, bütün şekillerden münezzeh ve müstağnidir. O'nu baş gözü ile Miraç gecesinde yalnız ve yalnız Habib-i Ekrem'i gördü. Habibini kendi nûrundan halkettiği için, o nûr Nûr'u görmeye takat getirebildi.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Kuluna iki yay kadar, yahut daha da yakın oldu. O anda kuluna vahyedeceğini vahyetti. Gözünün gördüğünü kalbi yalanlamadı." (Necm: 9-10-11)
Allah-u Teâlâ bütün kâinattaki güzelliklerinin hepsini ona gösterdi. Bu nimetlerine karşı Rabb'ine şükrünü arttırdı. Azamet-i ilâhî'ye karşı hayran kaldı. "Güzel yaratıcı ne güzel şeyler yaratmış!" deyip onlara yaratıcının nazarı ile bakıyordu. Böylece Seyyid-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hâlik-i Azîmüşan'ın emir ve nehiylerini vasıtasız olarak aldı. Nice nice sırlara, ilâhî tecellî ve iltifatlara mazhar oldu.
Namazın elli vakit olarak farzedilmesi üzerine, ümmetinin buna takat getiremeyeceğini düşünerek Cenâb-ı Hakk'tan azaltılmasını istirham etti. Beş vakte ininceye kadar naz ve niyazda bulundu. Müminin miracı mesâbesinde olan beş vakit namaz o gece farz kılındı. O mübârek gece ayrıca, ümmetinden Hazret-i Allah'a hiçbir şeyi şerik koşmayanların affedilecekleri müjdelendi. Sûre-i Bakara'nın son iki Âyet-i kerîme'si de Miraç hediyelerindendir.
Kendisinden evvel hiçbir peygamberin nâil olamadığı şerefe nâil olan Seyyid-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz yine aynı vasıtalarla, aynı gece içinde Mekke-i mükerreme'ye avdet buyurdu. Kendisini, yolculuğa başladığı ilk yer olan Kâbe-i muazzama'nın Hatim kısmında buldu. Sabah olunca, bu mucizeyi mümin-kâfir herkese haber verdi. Bir çok müminin imanları daha da kuvvetlendiği gibi, bazıları da dinden döndüler.
Hazret-i Ebû Bekir -radiyallahu anh- Efendimiz hadiseyi duyduğu zaman "Bunu o haber vermişse doğrudur!" buyurdu ve "Sıddîk" lâkabını aldı.

http://www.hakvehakikatpartisi.com/images/news/mirackandil.jpg

"Ermedi evvel gelen bu devlete
Kimse layık olmadı bu rif'ate
Çünkü kamusun görüp geçti öte
Vardı erişti ol Ulu Hazrete

Hak Teâladan erişti bir nida
Ya Muhammed ben sanâ kıldım atâ
Ümmetini sâna verdim ey Habib
Cennetimi ânlara kıldım nasib."

(Mevlidi Şerif / Süleyman Çelebi)

Hiç yorum yok:

Popüler Yayınlar

Blog Widget by LinkWithin

İslam İlmihali