27 Mayıs 2009

'Yassıada'da babamın kanser olduğunu bile öğrenemedik'

27 Mayıs darbecileri Başbakan Menderes ve iki bakanını idam ederken, bazı isimleri de cezaevinde ölüme götürdü. Demokrat Parti'nin önemli bakanlarından Tevfik İleri bunlardan biriydi.

Din dersini ilkokul programlarına koyan, Yüksek İslam Enstitüsü'nü kuruculuğunu yapan, Boğaziçi Köprüsü'nü ihale aşamasına getiren İleri'nin hizmetleri, Yassıada Mahkemeleri'nde müebbet hapis cezasıyla karşılık buldu. Oğlu Cahit İleri, darbenin yıldönümünde o süreci anlatırken, son ana kadar babasının kanser olduğundan haberlerinin olmadığına dikkat çekiyor. "Hızla zayıflamaya başlayınca, şüphelenmiş. Buna rağmen cezaevindeki doktorlar, 'Bir şeyin yok, nazlanma!' diye babamı azarlamışlar." diyen İleri, babasına yazdığı mektuplarla ilgili de ilginç bir işkence yöntemiyle karşılaştıklarını vurguluyor: "Baba seninle iftihar ediyorum' diye yazdığımda, babama işkence yapıyorlarmış. Sevdiğimi söylemem bile suçtu."

Tevfik İleri, Demokrat Parti iktidarında ulaştırma bakanlığı, milli eğitim bakanlığı, bayındırlık bakanlığı ve başbakanlık yardımcılığı gibi önemli görevler üstlendi. Din dersini ilkokul programlarına soktu, Yüksek İslam Enstitüsü'nü kurdu. Köy enstitülerini öğretmen okullarıyla birleştirdi. Atatürk Üniversitesi ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nin açılmasına öncülük etti. Boğaziçi Köprüsü'nü ihale aşamasına getirdi. Ancak hizmetlerinin karşılığı Yassıada Mahkemeleri'nin 15 Eylül 1961'de verdiği müebbet hapis cezası oldu. Kayseri Cezaevi'nde 3 ay bile kalmadan 31 Aralık 1961'de kanserden hayatını kaybetti. Tevfik İleri'nin oğlu Cahit İleri, bu süreci anlatırken, "Babam hep 'Allah'ım müdafaamı yapana kadar ölmeyeyim. Bizi isterlerse idam etsinler, ama şerefimi koruyayım' diye dua etti. Allah, bu duasını kabul etti." ifadelerini kullanıyor. İleri'nin Yassıada hatıraları ise yürek burkuyor: "Mektuplar 50 kelimeyle sınırlı tutuluyordu. Kötü niyetle sansür yapıyorlardı. 'Baba seninle iftihar ediyorum' diye yazdığımda, babama işkence yapıyorlarmış. Babamı sevdiğimi söylemem bile suçtu." Cahit İleri, babasının hastalığından son ana kadar haberlerinin olmadığını söylüyor. Tevfik İleri, hızla zayıflamaya başlayınca şüphelenmiş. Ancak Yassıada'daki revir doktorları, her defasında 'Bir şeyin yok, nazlanma!' diye babasını azarlamış.

Cahit İleri, Yassıada tutukluluğu sırasında babasını iki kez görmeye gitti. Spor salonunda yapılan yargılamaları ise yaşı 18'den küçük olduğu için izleyemedi. Yaptığı ziyaretlerde, babasının itikadına her defasında biraz daha hayran kalmış. İleri, ziyaretlerden birini şöyle aktarıyor: "İkinci görüşmemizde yanı başımızda rahmetli Fatin Rüştü Zorlu ve ailesi vardı. Fatin Rüştü'nün, gördüğü işkenceden ötürü gözü morarmıştı. Elini öpmeye yeltendik ancak askerler engelledi." Babasının inançlı bir insan olduğunu belirten İleri, hastalığının son zamanlarında sürekli 'Allah' dediğini ifade ediyor. Bunun sebebini şöyle açıklıyor: "Ölümü sırasında söyleyebilmek için ağzını alıştırıyordu."

'Cuntacı subaylar, dedeleri yaşındaki paşaları bile dövdü'

27 Mayıs darbesinin ardından 228 kişi, Yassıada'da idam talebiyle yargılandı. Başbakan Adnan Menderes hakkında 15 ayrı davada yedi kez idam isteniyordu. Yassıada Yargıcı Salim Başol'a, 'Sizi buraya tıkan güç böyle istiyor' sözünü söylettiren yargılama süreci, Menderes ve üç bakan arkadaşının idamıyla sonuçlandı. Dönemin DP milletvekili Abdülmelik Fırat, hukuk ihlalleriyle dolu yargılama sürecinin yakın tanıklarından. Fırat, cuntacıların insanlık dışı muamelelerde bulunduğunu söylüyor. "Harp Okulu öğrencileri bile bizi tekme tokat dövdü." diyor. Özellikle İçişleri Bakanı Namık Gedik'e kin beslendiğini belirtirken şunları kaydediyor: "Gedik'i oraya çöp arabasıyla getirdiler. Daha sonra da pencereden aşağıya attılar. Genç subaylar başbakan, cumhurbaşkanı ya da general ayırt etmeden yüzlerimize tükürüp herkesi sille tokat dövüyordu. En ağırımıza giden, bayan vekillere yapılan saldırılardı. Tünelden geçerken onlara küfür ediyor, eteklerini aşağıya çekiyorlardı."

Fırat, darbe hazırlıkları konusunda Başbakan Menderes'i birkaç kez uyarmış. Ancak Menderes, bu ikazları 'Ben millete hizmet ediyorum. Benim orduya zararım yok ki' diyerek dikkate almamış.

Eski vekil, Etimesgut'ta toplandıklarında yaptıkları bir sohbeti şöyle aktarıyor: "Hasan Polatkan 'Bizi armut gibi topladılar.' serzenişinde bulundu. Ağrı Milletvekili Halis Öztürk, Kayseri'de Celal Bayar'a şöyle dediğini söyledi: Hiç mi tanıdığınız 100 subay yoktu? Bize söyleseydiniz bulurduk. 100 subayla irtibat kursaydık darbeciler bir şey yapamazdı."

Abdülmelik Fırat, darbenin CHP Genel Başkanı İsmet İnönü ile İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar'ın askeri kışkırtması sonucu gerçekleştiği görüşünde. CHP'nin hâlâ üniversite ve bürokrasi ile birlikte hareket ettiğini savunuyor. Fırat, şöyle devam ediyor: "O zaman hakim, yargı ve iş konseyleri yoktu. Kemalistler halkın seçtiği kişileri hâlâ istemiyor. İktidar bunların elinde. Belki askere kalsaydı idamlar olmazdı. Onlar askeri sıkıştırdı. Yassıada'ya adalet divanı diyorlar ama tam bir rezalet divanıydı." Fırat, Menderes'in Yassıada'da mahkemesindeki ilk konuşmasını da hâlâ unutamamış: "Ben melekemi kaybettim. Uzun zamandır kimseyle konuşmadım. Bana biraz mühlet verin."

27 Mayıs darbesinin ardından Kürt kökenli birçok kişinin Sivas kampında toplandığını ileri süren Fırat, bunun gerekçesi olarak dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel'in hazırladığı 'Kürt raporu'nu gösteriyor. Raporun içeriğinde 'Kürtler Doğu'da ayaklanacak' şeklinde bir bilginin olduğunu belirten Fırat, bu amaçla 2 bin 500 kişinin tutuklanmasının planlandığını savunuyor. Bu raporun darbeye zemin oluşturmak için hazırlandığını vurgulayan Fırat, şöyle konuşuyor: "Menderes ve Bayar, 2 bin 500 kişiye karşı çıktı. 'Olur, mu böyle şey?' dedi. Amaç Kürtlere orada gözdağı vererek, Kürt gençleri sokağa dökmekti." Gürsel'in raporunu kendisine Fatin Rüştü Zorlu'nun verdiğini anlatan Fırat, bunun tek parti iktidarını devam ettirmek için hazırlanan bir plan olduğunu iddia ediyor. BAYRAM KAYA İSTANBUL

Annem 'mizansene figüran

27 Mayıs darbesinin mağdur ettiği Menderes ailesi gerek 15 aylık yargılama sürecinde gerekse infaz ve sonrasında metanetini korumayı bildi. Merhum Başbakan'ın en küçük oğlu olan Aydın Menderes, babası idam edildiğinde 15 yaşındaydı. Menderes, Eskişehir gezisine çıkan babasını 25 Mayıs sabahı annesiyle birlikte evden uğurlamış. Bunun darbeden önceki son görüşmeleri olduğunu kaydeden Menderes, Yassıada'ya götürüldükten sonra sadece iki kere buluşabilmiş babasıyla. Menderes, 16 Kasım'daki ilk görüşmeye annesiyle, ağustos ayının ortalarındaki ikinci görüşmeye Avrupa'dan dönen iki ağabeyiyle birlikte gitmiş. 3 kere görüşmenin hiç kimseye kısmet olmadığını anlatan Menderes, şöyle devam ediyor: "Mahkemeye annem katılmayacağını söyledi. 'Bir mizansene figüranlık yapmam. Varsın uzaktan da olsa eşimi görmeyeyim. Ben oraya gitmem.' dedi. Çok haklıydı, hiçbirimiz gitmedik. Rahmetli annem 'Örtülü Ödenek Davası' dolayısıyla tanık olarak çağrılmıştı. 1961 yılı başlarında tanıklık yapmak için Yassıada Mahkemesi'ne gitti. Tanıklık yapmama imkânı yasal olarak vardı, fakat rahmetli annem 'Ben bu yasal hakkı kullanmak için değil, buraya bu konudaki bütün sorularınızı cevaplandırmak için geldim.' dedi. Sadece böyle bir tanıklık yapmıştır."

Aydın Menderes, idamları bütün Türkiye gibi kendilerinin de 17 Eylül akşamı 19.00 haberlerinde radyodan öğrendiklerini söylüyor. Hâlbuki infazlar 13.30 sularında gerçekleştirildi. Menderes, "Orada zaten ne Adnan Menderes'in avukatları ne yakınları vardı. Basın ve radyo da yoktu. Bu itibarla zaten bütün Türkiye'nin bu çok acı haberi radyo dışında veya Anadolu Ajansı, Milli Birlik Komitesi açıklaması dışında öğrenebilmesi mümkün değildi. Bizim de o saatte kalabalıktı evimiz, o an öğrenmiş olduk." şeklinde konuşuyor. Menderes, babasının ölüm haberini aldığında yaşadığı acıyı ise tarif edemiyor: "Bir insan en yakınını fevkâlade haksız bir şekilde darağacında kaybettiğinde nasıl bir acı duyarsa böyle bir acı duyduk. Sanki bir el göğüslerimizi yardı, ciğerlerimizi oradan kopardı. Allah hiç kimseye yaşatmasın."

Menderes ailesi bu büyük acıya rağmen metanetini korudu. Menderes, 'babasına yakışır vakarla davrandığını' vurguluyor. Olanlara Allah'a ve kadere inanmış bir insanın sabrı ve tevekkülüyle tahammül etmeye çalıştıklarını kaydeden Menderes, "Başımızı dik tutmamız gerekiyordu. Annem ve rahmetli 2 ağabeyimle birlikte buna karar verdik. Birbirimize sarılarak ayakta kalmaya çalıştık." ifadelerini kullanıyor. EMRULLAH BAYRAK ANKARA, CİHAN ZAMAN


Hiç yorum yok:

Popüler Yayınlar

Blog Widget by LinkWithin

İslam İlmihali