namaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
namaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Haziran 2010

Kur'an Ve Namazla Ruhun Arındırılması...

"Sana vahyolunan Kitab'ı oku ve namazı kıl! Muhakkak namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Elbette zikrullah (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah, yapmakta olduklarınızı bilir." (Ankebut: 29/45)
Ayet-i kerime kısa olmakla beraber çok önemli konuları içermektedir. Ayet'in başındaki hitab her ne kadar Hz. Resulullah aleyhi's-salatu ve's-selam'ın şahsına yönelik de olsa, aslında bütün müminlere tevcih edilmektedir. Hitabın direk Hz. Resulullah aleyhisselatu vesselamın şahsına yöneltilmesi kuşkusuz meselenin ehemmiyetini daha bir artırmaktadır. Müminler olarak ciddi bir ferman-ı ilahi ile karşı karşıya olduğumuz muhakkaktır.
Ayet-i kerimede Kur'an tilaveti emredilmekte, namazın huşu içinde eda edilmesi istenmekte, hakkıyla eda edilen namazın müminleri her türlü hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyacağı müjdelenmekte, zikrullah'ın en büyük ibadet olduğu hatırlatılıp Allah (cc)'ın yapmakta olduklarımızdan haberdar olduğu bildirilmektedir.
….
"Sana vahyolunan Kitab'ı oku!..." Kur'an'ın okunması ve düzenli tilavet edilmesi emri, açık ve nettir. Bu ilahi emirle bütün Müslümanlar –kadın, erkek, genç, yaşlı- muhataptırlar. Her Müslüman gücü, kudreti, istidadı ve imkânı nispetinde Kur'an'ı öğrenme, anlama, yaşama ve yaşatmakla mükelleftir. Bu ilahi sorumluluktan bigâne kalmak, Müminin imanıyla ve imani sorumluluğuyla bağdaşmayacağı kesindir. Kur'an eğitimine en küçük yaştan başlanması zorunlu ve gereklidir. Yaş ilerledikçe bu işin zorlaşacağı ve hedeflenen verimin elde edilemeyeceği bir hakikattir. Bu toplum, her meslek grubuna mensup insanlardan daha ziyade, imanlarını ve İslamlarını öğretecek kurtarıcılara ihtiyaç duymaktadırlar. Onun için evlatlarımızı en küçük yaştan itibaren Kur'an'la yüzleştirmemiz, tanıştırmamız, sevdirmemiz ve aralarında ciddi bir bağ ve ünsiyet kurmamız gerekir. Öyle ki, bütün zamanlarını ve aldıkları nefeslerini, bu vahiy ikliminden değerlendirmeleri gerekir. Kur'an ortamının dışında değerlendirilen bütün zamanların ve tüketilen nefeslerin, şeytanların kucağında heder etme olasılıkları çok büyüktür. Şeytanın cirit atamadığı tek ortam, Kur'an'la meşgul olunan ortamlardır. Kur'an havasının hâkim olduğu alanlar, emniyetli ve selametli mekânlardır. Özellikle bu alanları çoğaltmamız ve bu selametli mekânlarla, gençlerimizin ve yaşlılarımızın muhafazasını sağlamamız gerekmektedir.
Kur'an tilavetiyle ilgili Muhammed Ebu Zehra, İmam-ı Şafii'nin görüşünü naklettikten sonra konuyu şu ifadeyle bağlıyor: "Fela kıraate min ğayri fehmin." Yani "Anlamadan yapılan kıraat, kıraat değildir" diyor. Hani, her harfinde on sevap beklediğimiz kıratın makbuliyeti için okuduklarımızı anlamamız gerekiyor. Elbette anlamayan Müslümanlar da günlük en az bir cüzlük virtlerini tekmil edecekler. Ancak okuduklarını anlamak ve kelam-ı ilahiyi fehmetmek için, ciddi çaba da sarf edeceklerdir. Bu konuda ileri sürülecek her mazeret geçersizdir. Her Müslüman istidadı nispetinde bu bereket dolu işten nasibini alacaktır. Toplumumuzun Arapçaya yabancı bırakıldığı bir hakikattir. Bu yabancılığın ilelebet devam etmesi gerekmez. Aksi takdirde Hz. Resulullah aleyhisselatu vesselamın Rabbine şikâyet ettiği kimselerin zümresine ilhak olmaktan kurtulamayız: "Peygamber der ki: 'Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terk etti."(Furkan: 25/30)
Burada okunması ve mucibince amel edilmesi söz konusu olan Kur'an'dır. Kur'an'ı çok iyi anlamalı, onun mantığını ve perspektifini kavramalı ve meselelere onun zaviyesinden bakmalıyız. Kur'an ve sünnet penceresinden meselelere bakılmadan keyfi görüşlerimizle verdiğimiz her çözümün yanlış olma olasılığı büyüktür; tesadüfen muvafakat etse bile, yine de muteber değildir. Bu sahih ve sarih anlayışı yaygınlaştırmak için, en temel ihtiyaçlarımızdan ve zaruretlerimizden fedakârlık yapıp bu işe daha çok imkânlar sağlamamız ve geniş alanlar oluşturmamız gerekir. İşin eğitim ayağı sağlamlaştırılmadan, ameli yönde pekiştirmeden, atılacak her adım boşluğa savrulacak ve neticesi akamet olacaktır. Onun için ilim havzalarını çoğaltmamız, mevcut halkalara yenilerini eklememiz gerekir.


"…Ve namazı kıl!..."
Önce Kur'an tilaveti emredildi, hemen akabinde de, namazın kılınması emredilmiş oldu. Zira Kur'an bilinmeden, namazın ikamesi ve hakkıyla edası mümkün değildir. Rabbimiz, namazın eksiksiz ve kusursuz eda edilmesini, erkânına riayet edilmesini ve huşu içinde kılınmasını emretmektedir. Namaz, İslam dininin çok önemli ve temel rükunlarındandır. Hatta namaz, İslam dininin direği olarak nitelendirilmiştir. İslam binasının direği olan namaz, sağlam olmaz ve muhkemlik arz etmezse, yapının ayakta durması ve varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Onun için Müslümanlar olarak, namaz farizasına çok daha itina göstermemiz, ağır ağır kılmamız, her rüknün hakkını eksiksiz vermemiz ve Rabbimizin huzurunda olduğumuz bilinciyle eda etmemiz gerekir.
İmam Fahreddin er- Razi, namaz konusunda diyor ki: "Namazın başı tekbir olan lafzatullah ile başlar ve sonu yine lafzatullah olan kelime-i şehadetle hitama erer. Onun için namaz kılan kimse bilmelidir ki, namazın ta başından sonuna kadar, Allah (cc) ile beraberdir. Bu hakikati bildikten sonra, namaz ile Mirac'a çıktığını da idrak etmelidir. Mirac'ından dönüp kardeşlerine yöneldiğinde onlara selam versin ve ayriyeten Rabbinin selamını da onlara iletsin."(Tefsirü'l-Kebir'den)

Namazın, Mirac'da Hz. Resulullah aleyhisselatu vesselama bildirildiği ve ümmetine büyük bir hediye olarak takdim edildiğini biliyoruz. Hem de sidre-i müntehanın orada, Cebrail (a.s)'ın çıkamadığı ve mahiyetini ancak Rabbimizin bildiği bir yerde, Resulüne bildirmiştir. İşte günde beş vakit, Müminler, namazlarının manevi ruhuyla Cebrail (a.s)'in çıkamadığı bu lahuti mekâna çıkar, oranın bereketiyle kuşatılıp, o eşsiz hazzı yaşayarak, Rablerine en yakın olma derecesine ulaşmış olurlar. Hem öyle bir kurbiyet ki, secdeye vardıklarında, aralarında bir tek "Rida-ı Kibriya" kalır. Eğer dünyada hiçbir kulu tarafından görülmeyeceği hükmü ilahisi olmasaydı, secdede kullarıyla arasındaki o perdeyi de kaldırır ve Cemalini arz ederdi. Ama biliyoruz ki dünya, O'nun Cemalini kaldıracak yapıda değildir. Bu fasıl ahirette, cennetliler cennete girdikten sonra en büyük lütfu olarak tecelli edecek ve dünyada secde edenler için gerçekleşmeyen in'amı sermedi gerçekleşecek ve Müminler Cemal-i ilahiye meftun olup, mest olacaklardır…
Namaz konusuna, toplum olarak çok ihtimam gösterdiğimizi iddia etmek çok zordur. Özellikle cemaatle ve camilerde eda etme konusunda, tavizsiz olmamız ve gereksiz mazeretlerin arkasına sığınmamamız gerekir. Allah (cc)'ın mescitlerinden ve büyük cemaatlerle namaz kılmanın ne kadar büyük bir ilahi lütuf ve cennet-i haz olduğunu, zorunlu olarak bu ortamlardan uzak olanlar çok daha iyi anlarlar. Cemaat konusunda birbirimizi teşvik edici olmamız ve hatta mutlaka bunu sağlamaya çalışmamız gerekir. Zira Hz. Resulullah aleyhisselatu vesselam, bir vakit olsun cemaate gelmeyenleri mutlaka sorar ve önemli bir mazeretlerinin olduğunu anlardı. Değilse müslümanlar, camiden ve cemaatten geride kalamazlar! Cemaatsiz bir Müslümanlık, mercekle aransa, İslam'ın müktesebatı içinde bulunması çok zordur.

"…Muhakkak namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar…"
İbn-i Mesud (ra) dedi ki: "Eğer bir kimseye namazı, iyiliği emredip kötülükten alıkoymuyorsa, o namaz, Allah (cc) katında sadece onu Allah (cc)'tan uzaklaştırmayı artırır." (Taberi Tefsiri) Huşu ile eda edilen ve erkânına riayet edilerek kılınan namaz, mutlaka sahibini kötülüklerden ve fuhşiyattan koruduğu gibi, iyiliklere ve güzelliklere de yöneltir. Enes b. Malik(r.a)'den rivayet edildiğine göre Ensar'dan bir genç, Hz. Resulullah aleyhisselatu vesselam ile beraber namaz kılardı, ancak hayâsızlıklardan ve hırsızlıklardan da vazgeçmezdi. Bu gencin durumu Hz. Resulullah aleyhisselatu vesselam'a hatırlatıldı, buyurdu ki: "Şüphesiz namaz onu bu tür kötülüklerden alıkoyacaktır." Fazla zaman geçmeden genç tevbe edip durumunu düzeltti. Bunun üzerine Hz. Resulullah aleyhisselatu vesselam "Size demedim mi!" buyurdu. (Kurtubi Tefsiri)
"…Zikrullah, (ibadetlerin) en büyüğüdür..."
Zikrullah, Kur'an tilavetidir, namaz'dır ve diğer bütün ibadet ve taatlerdir. Hayatını şeriatın sınırları dâhilinde değerlendiren ve hududullah'ı muhafaza eden bir mü'min, ömrünü zikrullah ile geçirmiş ve doğal olarak kulluğun zirvesine çıkmış olur…  Faruk HAMZA
Kaynak Ve Yazar Faruk Hamza (inzar Dergisi 69. Sayı)

15 Temmuz 2009

Mirac Kandili ve İsra Mucizesi


Allah-u Teàlâ Hazretleri Mi’rac Kandili gecenizi hepiniz için hayırlı ve mübarek, ecirli ve sevaplı, kârlı ve kazançlı eylesin… Bu mübarek günün mânevî ikrâmâtına, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin mağfiretine, rahmetine cümlenizi nâil eylesin… İki cihan saadetine mazhar eylesin… Cennetiyle cemâliyle müşerref eylesin…

Miraç Kandili

Feyiz ve bereketin coştuğu mübarek gecelerimizden biri de Miraç Gecesidir. Arapça'da merdiven, yukarı çıkmak, yükselmek anlamlarını dile getirir. İslam'da Hz. Peygamber (s.a.s)' in göğe yükselerek Allah'ın huzuruna kabul edilmesi olayıdır.

Mirac Gecesi, Recep ayının 27. gecesidir. Peygamberliğin on üçüncü senesinde de "Miraç" mucizesi olmuştur. Bu gece Peygamber (s.a.s) Efendimiz Mi’raca çıkmış, daha başka hiç bir beşere nasib olmayacak, çok büyük iltifat-ı ilâhiyeye mazhar olmuş; o hadisenin sene-i devriyesidir.

Miraç bir yükseliştir, bütün süfli duygulardan, beşeri hislerden ter temiz bir kulluğa, en yüce mertebeye terakki ediştir. Resulullahın (a.s.m.) şahsında insanlığın önüne açılmış sınırsız bir terakki ufkudur. Bu ulvi seyahat, mucizelerin en büyüğüdür. Miraç mucizesi Kur'ân-ı Kerimde âyetlerle anlatılmış ve varlığı inkâr edilemeyecek bir şekilde ortaya konmuştur. Bu îlâhî yolculuğun ilk merhalesi olan Mescid-i Aksâya kadarki safha Kur'ân'da şöyle anlatılır:

Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan alıp çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.? (İsra Suresi, 1)

Miraçın ikinci merhalesi de Mescid-i Aksâdan başlayarak semânın bütün tabakalarından geçip tâ İlâhi huzura varmasıdır. Bu safha da Necm Sûresinde şöyle' anlatılır:

O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O'nun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi O'nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâda gördü. Ki, onun yanında Me'vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre'yi Allah'ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.? (Necm Suresi, 7-18.)


Bu âyet-i kerimeler aynı zamanda İsra ve Mirâc mûcizesinin hikmetini de beyan etmektedir. O da, Resûl-i Kibriya Efendimize, Cenâb-ı Hakkın kudretine delâlet eden harikaların gösterilmesidir.

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri Sözler isimli eserinin Mi'râc-ı Nebeviye'ye dâir kısmında şöyle der:

"Mi'râc meselesi, erkan-ı îmâniyenin usûlünden sonra terettüp eden bir neticedir. Ve erkan-ı îmâniyenin nurlarından meded alan bir nurdur. Erkan-ı îmâniyeyi kabul etmeyen dinsiz mülhidlere karşı elbette bizzat ispat edilemez. Çünkü, Allah'ı bilmeyen, peygamberi tanımayan ve melâikeyi kabul etmeyen veya semâvâtın vücûdunu inkâr eden adamlara Mirâc'dan bahsedilmez. Evvelâ, o erkânı ispat etmek lâzım geliyor" (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s.514)


İsra ve Mi'rac Mucizesi (Kandili)
Miraç nasıl oldu?
İsra ve Mi'rac Mu'cizesi
Semâvâta Yükselme ve Peygamberlerle Görüşme
Sidre-i Müntehâ'da
Beş Vakit Namazın Farz Kılınışı
İsrâ ve Mirâc Mûcizesinin Müşriklere Açıklaması
Hz. Ebû Bekir Tereddütsüz Tasdik Ediyor
Miraçla gelen hediyeler
Bu Mübarek Geceyi Nasıl İhya Edeceğiz?
Miraç Gecesi Namazı
İsrâ Suresi 1. Ayet ve Tefsiri

http://www.islamilmihali.net/din/geceler/473-isra-mirac-kandili-mucizesi.html

02 Temmuz 2009

Kutsal Topraklardan Görünümler

Kutsal Topraklardan Görünümler
Oraları hiç görmeyenler, oralara gidip de özleyenler birkaç kare fotoğrafla hasret gidermeye nedersiniz? Yüce Allah hepimize nasip etsin o kutsal topraklara gitmeyi, hac görevimizi yerine getirmeyi....

Hac Kitabı

http://www.islamilmihali.net/din/hac.html


















23 Haziran 2009

İran, Devrim ve Namaz

Bazen, kütüphanenizde aylardır, hatta yıllardır ilişmediğiniz kitaplar birden gündeminize giriverir.

İran'da seçim sonrasındaki iç savaşı hatırlatan üzücü manzaralar, hepimize “İran'a ne oluyor?” sorusunu sordurttu ve eminim ki, cevabını aramaya da sevk etti. Ortada bir yığın siyasal, sosyal, stratejik analiz uçuşuyor; komplo teorileri konuşuluyor. Bu köşenin bu türden analizlere mesafeli durduğunu biliyorsunuz. Biz olaya farklı bir yerden bakacağız. Kütüphanemdeki iki kitapta yer alan iki anekdotu sizlerle paylaşıp kanaatimi arz edeceğim:
Birinci kitap: Asaf Hüseyin'in “İran'da Devrim ve Karşı Devrim” isimli kitabı (Pınar Yay: İst-1988). Kitap, elbette 1979 İran Devrimini, devrimin temel dinamiklerini, İran'daki güç dengelerini ve özellikle dışarıdan tezgahlanan karşı devrim çabalarını analiz ediyor. Benim dikkatimi çeken ilginç husus; otuz yıl öncesinde, ulemâ sınıfı arasında ciddi ve derin ayrılıkların mevcut olması. Yazar, devrime karşı çıkan Şeriatmedari tipolojisini uzun uzun analiz etmiş. Devrimi takip eden otuz yılda, ulema arasındaki bu türden ya da sonradan oluşan ayrılıkların, derin ihtilafların tamamen izale edilemediği anlaşılıyor.
İkinci kitap: Muhammed Selahaddin'in “Özgürlük Arayışı ve İslâm” adlı kitabı (Pınar Yay: İst-1989). Bu kitaptaki bir anekdotun, İran İslam Devrimindeki bir soruna farklı bir pencere açacağını düşünüyorum:
“Hz. Ömer (r.a) bir gece yürüyüşü sırasında, bir kişinin evinde şarkı söylediğini duydu. Hz. Ömer bunun üzerine kuşkulandı ve duvara çıkıp evin içine baktı. Orada hem içki hem bir kadın olduğunu gördü. Hemen (içeri girip) seslendi: 'Ey Allah'ın düşmanı! Sen Allah'a itaatsizlik edeceğini ve Allah'ın da senin itaatsizliğini dünyaya açıklamayacağını mı sanıyorsun?' O kişi cevap verdi: 'Yâ Emîre'l-Müminîn! Acele etmeyin, sakin olun. Ben bir günah işledimse, siz üç günah işlediniz. Allah, gereksiz merakı (tecessüs) yasaklamıştır; siz merak ettiniz. Allah, başkalarının evlerine kapılarından girilmesini emretmiştir; siz duvardan çıkıp geldiniz. Allah, başkalarının evlerine izinsiz girilmemesini istemiştir, siz ise iznim olmadan evime girdiniz.' Hz. Ömer bunu duyunca; 'Ben seni affedersem, sen de beni affeder misin' dedi. Adam da; 'Affettim gitti' dedi (s.251). Bu olayın devamına dair şöyle bir anekdotu da eklemeliyim: “Bu adam Hz. Ömer'le bir türlü göz göze gelmek istemez. Bunu fark eden Hz. Ömer, onu ilk gördüğünde yanına çağırır. Adam, 'eyvah, Ömer sırrımı açığa vuracak' diye korkarken, Hz. Ömer; 'Kulağını bana yaklaştır' der ve ekler: 'O olayı dışarıda bekleyen arkadaşıma bile anlatmadım'. Adam rahat bir nefes alır. Hz. Ömer'e: 'Kulağını bana yaklaştır' der ve şunu söyler: 'Ben de o günden beri ağzıma bir damla içki koymadım'.
Diyeceksiniz ki; bu anekdotla ne anlatmak istediniz? Müsaadenizle, bir görüşmeyi de paylaşayım:
Namaz Gönüllüleri Platformu'nu oluşturup faaliyete başladığımız günlerde; İran radyosunun Türkçe servisinden arayıp sordular: 'Bu kadar farklı kesimden aydınların namaz için bir araya gelip platform oluşturmaları çok ilginç. Biz İslami hayat tarzını yukarıdan aşağıya yaymaya çalışıyoruz ama sıkıntılar yaşıyoruz; siz ise aydın kesimin öncülüğünde namazı halka sevdirmeye çalışıyorsunuz.' Sonraki görüşmede, İran'da “Dua Festivali” türü kampanyaların yapıldığını söylediler. Ama yukarıdan aşağı bir yaşam biçimini yaygınlaştırmanın öyle kolay olmadığı, otuz yıllık devrim sürecinin geldiği son noktadan anlaşılıyor.
İmdi, Namaz Gönüllüleri hareketinin üç yıllık mütevazı çalışması şunu ortaya koydu: Biz Müslümanlar, şimdiye dek, namaz bilincini İslami çalışmalarımızın merkezine alamamışız. Her mezhebin, meşrebin, cemaatin kendine göre farklı öncelikleri olmuş. Oysa İslam'ın ilk yıllarına; vahyin inişiyle başlayan o muazzam inkılâp sürecine baktığımızda şunu görürüz: Peygamberimiz (s.), 23 yılda, cahiliyenin en dip çukurundaki bir toplumu tarihin en örnek toplumu haline Kur'an ve namazla getirdi. Yani onların kalplerini, ruhlarını yıkayıp arındıran, zihinlerini, düşünce kodlarını, davranış kalıplarını, değer yargılarını değiştirip yeni bir forma sokan, onları “sıbğatullah” ile yani tevhid boyasıyla boyayan elbette Kur'an'dı. Ama Kur'ân'ın ve Peygamber'in (s) Tevhid'den sonra emrettiği ilk amel de “Tevhîd eylemi” olan namazdı. İlk müminleri sürekli diri ve dirençli tutan, önce 2 vakit, Miraç'tan sonra 5 vakit omuz omuza kıldıkları namazlar ve Kur'ân ayetleri idi. Yani İslami pratiğin omurgası başından beri namazdı. İmandan sonra emredilen ilk farz olması itibariyle, bütün zaman ve mekânlarda İslami çalışmaların öncelemesi ve önemsemesi gereken ilk esas namaz olmalıydı. İşte Namaz Gönüllüleri böyle bir eksikliğin telafisi için ortaya çıktı. Daha açık söyleyeyim, misallerle: Oruçtan önce namaz! Zekattan önce namaz! (Kur'an namazla zekatı birlikte zikreder ama namaz öndedir.) Hacdan çok önce namaz! Tesettürden önce yine namaz! İçki ve faiz yasağından önce namaz! Yani; insanlar önce imanın tadına erecek, Tevhîd'in hakikatini kavrayıp hayatlarının merkezine Allah'ı koyacaklar, hemen ardından Tevhîdin pratiği olan namazla Tevhid şuurunu sürekli zinde tutacaklar; sonra da İslam'ın hukuk ilkelerini peyderpey yaşayacaklar. İslâm'dan, Kur'ân'dan bîhaber insanlara bütün kuralları birden boca ettiğinizde bunu kaldıramazlar. Bu, fıtrata da terstir. Ben, İran'da yaşanan sıkıntının bir yönüyle bu silsile-i meratib ile alakalı olduğunu düşünüyorum.

19 Haziran 2009

10 Altın Nasihat

10 Nasihat



1- Hergün okuyabildiğin kadar Kur'an oku, Peygamber (sav)'e de salatı çokca getir.

2- Beş vakit namaz ile velevki iki rekat ta olsa gece ve kuşluk namazına devam et.

3- Üzerine farz olan zekatı ver. Az da olsa hergün sadaka ver. Eğer verecek bulamaz isen bu vazifeyi güzel söylemekle yerine getir. Ramazan orucu ile beraber her ayda üçgün oruç tut.

4- Allah'ın sevdiklerinden olmak istemez misin? Peygamber'in Muhammed (sav)'i, O'nun Ailesini sev, anne ve babaya iyilik yap.

5- Sen:" Ya Rabbi, Ya Rabbi" deyipte, Allah'ın: "Evet Ey kulum, iste istediğin verilir" dediği kimselerden olmak istemez misin? Ohalde yiyeceğini temizle ki duan kabul olsun. İnsanlara kendinden daha insaflı ol. İnsanlara güzel ahlakla davran.

6- Duası kabul edilenlerden ve Kıyamet günü sayfası nurla parlayanlardan olmayı istemez misin? Kalbini temizle, "La İlahe İllallah" zikrini çok yap, günahlarına, mü'min erkek ve mü'min kadınlar için tevbe ve istiğfar yap. Allah'ı hatırlamaktan habersiz olanlardan olma.

7- Allah'a hamdeden, şükreden, O'na yakın olanlardan olmak istemez misin? Şu var ki kul: El-Hamdülillah, derse, Allah: " Kulum Bana hamdetti, Bana şükretti" der. Ohalde: el-Hamdülillahi ve Selamün ala İbadihillezinestafa" zikrini çokça yap.

8- Allah'a şükredenlerden ve Allah'ın neslini islah ettiği kimselerden olmayı istemez misin? O halde şu iki ayetteki duaya devam etmelisin:

a- " Rabbim, bana ve anama, babama lutfettiğin nimete şükretme, Senin beğeneceğin faydalı bir iş yapmamı gönlüme ilham eyle ve Rahmetinle beni iyi kullarının arasına koy". (Neml:19).

b- " Rabbim beni, bana ve anama, babama verdiğin nimete şükretmeye razı olacağın yararlı işleri yapmaya sevkeyle, benim için neslimden de salahı devam ettir. Ben Sana yöneldim, Sana teslim oldum." (Akaf:15).

9- Hem dünyanı hem ahiretini toplayan şeyi sana göstereyim mi? Ohalde Allah'ın emirlerini gücün yettiği kadar yerine getirmeye çalış: " Ey insanlar, ruku edin, secde edin, Rabbinize ibadet edin, hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz. " (Hac:77).

10- Bütün herşeyin özünü göstermemi ister misin? " Allah'a inandım de, sonra da dosdoğru istikamet üzere ol. "
__________________
Gençlik her ne kadar yaz çiçeğine benzesede arkasında ihtiyarlık,
kurumuş kış çiçeği gibi nöbetçi durmaktadır.

--

Popüler Yayınlar

Blog Widget by LinkWithin

İslam İlmihali