22 Haziran 2010

Kur'an Ve Namazla Ruhun Arındırılması...

"Sana vahyolunan Kitab'ı oku ve namazı kıl! Muhakkak namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Elbette zikrullah (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah, yapmakta olduklarınızı bilir." (Ankebut: 29/45)
Ayet-i kerime kısa olmakla beraber çok önemli konuları içermektedir. Ayet'in başındaki hitab her ne kadar Hz. Resulullah aleyhi's-salatu ve's-selam'ın şahsına yönelik de olsa, aslında bütün müminlere tevcih edilmektedir. Hitabın direk Hz. Resulullah aleyhisselatu vesselamın şahsına yöneltilmesi kuşkusuz meselenin ehemmiyetini daha bir artırmaktadır. Müminler olarak ciddi bir ferman-ı ilahi ile karşı karşıya olduğumuz muhakkaktır.
Ayet-i kerimede Kur'an tilaveti emredilmekte, namazın huşu içinde eda edilmesi istenmekte, hakkıyla eda edilen namazın müminleri her türlü hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyacağı müjdelenmekte, zikrullah'ın en büyük ibadet olduğu hatırlatılıp Allah (cc)'ın yapmakta olduklarımızdan haberdar olduğu bildirilmektedir.
….
"Sana vahyolunan Kitab'ı oku!..." Kur'an'ın okunması ve düzenli tilavet edilmesi emri, açık ve nettir. Bu ilahi emirle bütün Müslümanlar –kadın, erkek, genç, yaşlı- muhataptırlar. Her Müslüman gücü, kudreti, istidadı ve imkânı nispetinde Kur'an'ı öğrenme, anlama, yaşama ve yaşatmakla mükelleftir. Bu ilahi sorumluluktan bigâne kalmak, Müminin imanıyla ve imani sorumluluğuyla bağdaşmayacağı kesindir. Kur'an eğitimine en küçük yaştan başlanması zorunlu ve gereklidir. Yaş ilerledikçe bu işin zorlaşacağı ve hedeflenen verimin elde edilemeyeceği bir hakikattir. Bu toplum, her meslek grubuna mensup insanlardan daha ziyade, imanlarını ve İslamlarını öğretecek kurtarıcılara ihtiyaç duymaktadırlar. Onun için evlatlarımızı en küçük yaştan itibaren Kur'an'la yüzleştirmemiz, tanıştırmamız, sevdirmemiz ve aralarında ciddi bir bağ ve ünsiyet kurmamız gerekir. Öyle ki, bütün zamanlarını ve aldıkları nefeslerini, bu vahiy ikliminden değerlendirmeleri gerekir. Kur'an ortamının dışında değerlendirilen bütün zamanların ve tüketilen nefeslerin, şeytanların kucağında heder etme olasılıkları çok büyüktür. Şeytanın cirit atamadığı tek ortam, Kur'an'la meşgul olunan ortamlardır. Kur'an havasının hâkim olduğu alanlar, emniyetli ve selametli mekânlardır. Özellikle bu alanları çoğaltmamız ve bu selametli mekânlarla, gençlerimizin ve yaşlılarımızın muhafazasını sağlamamız gerekmektedir.
Kur'an tilavetiyle ilgili Muhammed Ebu Zehra, İmam-ı Şafii'nin görüşünü naklettikten sonra konuyu şu ifadeyle bağlıyor: "Fela kıraate min ğayri fehmin." Yani "Anlamadan yapılan kıraat, kıraat değildir" diyor. Hani, her harfinde on sevap beklediğimiz kıratın makbuliyeti için okuduklarımızı anlamamız gerekiyor. Elbette anlamayan Müslümanlar da günlük en az bir cüzlük virtlerini tekmil edecekler. Ancak okuduklarını anlamak ve kelam-ı ilahiyi fehmetmek için, ciddi çaba da sarf edeceklerdir. Bu konuda ileri sürülecek her mazeret geçersizdir. Her Müslüman istidadı nispetinde bu bereket dolu işten nasibini alacaktır. Toplumumuzun Arapçaya yabancı bırakıldığı bir hakikattir. Bu yabancılığın ilelebet devam etmesi gerekmez. Aksi takdirde Hz. Resulullah aleyhisselatu vesselamın Rabbine şikâyet ettiği kimselerin zümresine ilhak olmaktan kurtulamayız: "Peygamber der ki: 'Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terk etti."(Furkan: 25/30)
Burada okunması ve mucibince amel edilmesi söz konusu olan Kur'an'dır. Kur'an'ı çok iyi anlamalı, onun mantığını ve perspektifini kavramalı ve meselelere onun zaviyesinden bakmalıyız. Kur'an ve sünnet penceresinden meselelere bakılmadan keyfi görüşlerimizle verdiğimiz her çözümün yanlış olma olasılığı büyüktür; tesadüfen muvafakat etse bile, yine de muteber değildir. Bu sahih ve sarih anlayışı yaygınlaştırmak için, en temel ihtiyaçlarımızdan ve zaruretlerimizden fedakârlık yapıp bu işe daha çok imkânlar sağlamamız ve geniş alanlar oluşturmamız gerekir. İşin eğitim ayağı sağlamlaştırılmadan, ameli yönde pekiştirmeden, atılacak her adım boşluğa savrulacak ve neticesi akamet olacaktır. Onun için ilim havzalarını çoğaltmamız, mevcut halkalara yenilerini eklememiz gerekir.


"…Ve namazı kıl!..."
Önce Kur'an tilaveti emredildi, hemen akabinde de, namazın kılınması emredilmiş oldu. Zira Kur'an bilinmeden, namazın ikamesi ve hakkıyla edası mümkün değildir. Rabbimiz, namazın eksiksiz ve kusursuz eda edilmesini, erkânına riayet edilmesini ve huşu içinde kılınmasını emretmektedir. Namaz, İslam dininin çok önemli ve temel rükunlarındandır. Hatta namaz, İslam dininin direği olarak nitelendirilmiştir. İslam binasının direği olan namaz, sağlam olmaz ve muhkemlik arz etmezse, yapının ayakta durması ve varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Onun için Müslümanlar olarak, namaz farizasına çok daha itina göstermemiz, ağır ağır kılmamız, her rüknün hakkını eksiksiz vermemiz ve Rabbimizin huzurunda olduğumuz bilinciyle eda etmemiz gerekir.
İmam Fahreddin er- Razi, namaz konusunda diyor ki: "Namazın başı tekbir olan lafzatullah ile başlar ve sonu yine lafzatullah olan kelime-i şehadetle hitama erer. Onun için namaz kılan kimse bilmelidir ki, namazın ta başından sonuna kadar, Allah (cc) ile beraberdir. Bu hakikati bildikten sonra, namaz ile Mirac'a çıktığını da idrak etmelidir. Mirac'ından dönüp kardeşlerine yöneldiğinde onlara selam versin ve ayriyeten Rabbinin selamını da onlara iletsin."(Tefsirü'l-Kebir'den)

Namazın, Mirac'da Hz. Resulullah aleyhisselatu vesselama bildirildiği ve ümmetine büyük bir hediye olarak takdim edildiğini biliyoruz. Hem de sidre-i müntehanın orada, Cebrail (a.s)'ın çıkamadığı ve mahiyetini ancak Rabbimizin bildiği bir yerde, Resulüne bildirmiştir. İşte günde beş vakit, Müminler, namazlarının manevi ruhuyla Cebrail (a.s)'in çıkamadığı bu lahuti mekâna çıkar, oranın bereketiyle kuşatılıp, o eşsiz hazzı yaşayarak, Rablerine en yakın olma derecesine ulaşmış olurlar. Hem öyle bir kurbiyet ki, secdeye vardıklarında, aralarında bir tek "Rida-ı Kibriya" kalır. Eğer dünyada hiçbir kulu tarafından görülmeyeceği hükmü ilahisi olmasaydı, secdede kullarıyla arasındaki o perdeyi de kaldırır ve Cemalini arz ederdi. Ama biliyoruz ki dünya, O'nun Cemalini kaldıracak yapıda değildir. Bu fasıl ahirette, cennetliler cennete girdikten sonra en büyük lütfu olarak tecelli edecek ve dünyada secde edenler için gerçekleşmeyen in'amı sermedi gerçekleşecek ve Müminler Cemal-i ilahiye meftun olup, mest olacaklardır…
Namaz konusuna, toplum olarak çok ihtimam gösterdiğimizi iddia etmek çok zordur. Özellikle cemaatle ve camilerde eda etme konusunda, tavizsiz olmamız ve gereksiz mazeretlerin arkasına sığınmamamız gerekir. Allah (cc)'ın mescitlerinden ve büyük cemaatlerle namaz kılmanın ne kadar büyük bir ilahi lütuf ve cennet-i haz olduğunu, zorunlu olarak bu ortamlardan uzak olanlar çok daha iyi anlarlar. Cemaat konusunda birbirimizi teşvik edici olmamız ve hatta mutlaka bunu sağlamaya çalışmamız gerekir. Zira Hz. Resulullah aleyhisselatu vesselam, bir vakit olsun cemaate gelmeyenleri mutlaka sorar ve önemli bir mazeretlerinin olduğunu anlardı. Değilse müslümanlar, camiden ve cemaatten geride kalamazlar! Cemaatsiz bir Müslümanlık, mercekle aransa, İslam'ın müktesebatı içinde bulunması çok zordur.

"…Muhakkak namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar…"
İbn-i Mesud (ra) dedi ki: "Eğer bir kimseye namazı, iyiliği emredip kötülükten alıkoymuyorsa, o namaz, Allah (cc) katında sadece onu Allah (cc)'tan uzaklaştırmayı artırır." (Taberi Tefsiri) Huşu ile eda edilen ve erkânına riayet edilerek kılınan namaz, mutlaka sahibini kötülüklerden ve fuhşiyattan koruduğu gibi, iyiliklere ve güzelliklere de yöneltir. Enes b. Malik(r.a)'den rivayet edildiğine göre Ensar'dan bir genç, Hz. Resulullah aleyhisselatu vesselam ile beraber namaz kılardı, ancak hayâsızlıklardan ve hırsızlıklardan da vazgeçmezdi. Bu gencin durumu Hz. Resulullah aleyhisselatu vesselam'a hatırlatıldı, buyurdu ki: "Şüphesiz namaz onu bu tür kötülüklerden alıkoyacaktır." Fazla zaman geçmeden genç tevbe edip durumunu düzeltti. Bunun üzerine Hz. Resulullah aleyhisselatu vesselam "Size demedim mi!" buyurdu. (Kurtubi Tefsiri)
"…Zikrullah, (ibadetlerin) en büyüğüdür..."
Zikrullah, Kur'an tilavetidir, namaz'dır ve diğer bütün ibadet ve taatlerdir. Hayatını şeriatın sınırları dâhilinde değerlendiren ve hududullah'ı muhafaza eden bir mü'min, ömrünü zikrullah ile geçirmiş ve doğal olarak kulluğun zirvesine çıkmış olur…  Faruk HAMZA
Kaynak Ve Yazar Faruk Hamza (inzar Dergisi 69. Sayı)

Hiç yorum yok:

Popüler Yayınlar

Blog Widget by LinkWithin

İslam İlmihali