Yaşananları duyuyorsunuz. Farkındaysanız, pusulasını kaybetmiş bir idareci kesimi ve onların ahlakının genleriyle oynadığı bir toplumla yüz yüzeyiz.
Malumunuz, pusula yön bulma aracıdır ve Müminin pusulası Kur'an-ı Kerim'dir. Mümin ona bakarak neye doğru, neye yanlış diyeceğini belirler. O, elimizde olmadan o bize rehber olmadan dünyayı nasıl anlayabiliriz ki?
Kur'an-ı Kerim ölçü alınmayınca, neredeyse bazı kişileri aklamak için, haramları helal ve tabii diye ilan edecekler.
Ne olmuş ki diye soruyorlar? Gerçekten de Kur'an-ı Kerim'in ölçüleri dikkate alınmayınca ortada kabahat diye bir şey kalmıyor. Namus, haysiyet, şeref, onur hepsi sadece birer kelime oluveriyor.
Onların Kur'an-ı Kerim'e karşı mücadele etmelerinin nedeni de buydu işte. Kur'an-ı Kerim olmayınca, onlar artık dilediklerini yapabilirler ve bunu kınamak için de bir neden kalmaz. Toplum tepkisi diyeceksiniz. Toplum tepkisi ancak Kur'an-ı Kerim ölçü alınınca söz konusu oluyor. Kur'an-ı Kerim'den uzaklaşmış bir toplum, günahları ne diye kınasın ki?
Bakın, bir anket şirketi sahibi, CHP seçmeni için "Hepsi, okumuş kesimdir. Okumuş kesim, böyle meseleleri önemsemez, oy vermeye devam eder" diyor. Peki, okumuş kesimimiz ne durumda? Bu adam neden okumuş kesimin duyarsızlığını gündeme getiriyor?
Hemen Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Mehmet Dönmez'i dinleyelim. Prof. Dönmez, geçen gün katıldığı bir programda aynen şunları söylüyordu: "Bir üniversitede konferans verirken küçük bir anket yaptım; üniversite öğrencilerinin yüzde kırk beşinin hayatında bir kez bile Kur'an-ı Kerim'e el sürmediğini belirledim."
Yüzde kırk beşi Kur'an-ı Kerim'e el sürmeyen bir okumuş kesim… Ki Dönmez Hoca, bu anketi elli yıl önce yapsaydı bu oranın yüzde seksenleri bulduğunu görürdü. İşte bu okumuş kesim, günahı alkışlayabiliyor, namusu ve şerefi üzerine yemin etmiş bir politikacının malum durumunu tabii görebiliyor.
Ama sadece okumuş kesim mi? Hayır, biz bütün bir toplum, duyarsızlaşıyoruz. Pusulamızın özünü kaybediyoruz.
Bakın aynı anket şirketinin sahibi "Türkiye'de 1980'den beri değer yargıları çok değişti. Bugün daha beter diziler toplumun büyük kısmını ekran başına topluyor. O nedenle toplumun büyük bir kısmının bu tip şeylerle ilgilendiğini zannetmiyorum" diyor.
Anketçiye bakın, sanki toplumsal mühendisliğin mimarı… Belli ki toplumu yoklaya yoklaya yol almayı kararlaştırmışlar. Bakıyorlar ki diziye tepki gösteren yok, gerçeğini öne sürüyorlar.
Hani eskiden, toplumumuzda mukaddesat vardı: Din, namus, mal (vatan), can. Bu mukaddesatlar içinden din ve namus çıkarılmış; söz konusu adam, bu ikisine artık yer yok demeye getiriyor.
Onun bu sözlerini okurken, bizim yöremize döndüm ve yakın dönemimizi hatırladım: Hani eskiden namus cinayeti, bugün töre cinayeti denen vakalar yaşanıyor yöremizde.
Bir de bakıyorsunuz ki bu vakalarda adı geçenler için anma törenleri düzenleniyor, hatta büyük şehir belediyesi onlardan birinin adını bir parka verebilmiş.
Bir haksızlık varsa ona karşı çıkabilirsiniz ama söz konusu kişileri kahramanlaştıramazsınız; onlar adlarına gösteriler yapılacak, adları mekânlara verilecek kişiler olarak görülürse yeni kuşaklara hangi değerleri anlatacağız?
Belli ki bizi Kur'an-ı Kerim'den koparanlar, bir seferberlik içinde bizi adeta sınıyorlar; önce önemsiz diyeceğimiz hakaretler, toplumsal ahlakın genlerinin değiştirilmesi, toplumun duyarsızlaştırılması ve en son bütün mukaddesatın çiğnenmesi… Bu kadar da olmaz demek istiyorum ama ne yazık ki proje aynen böyle?
Bu yazı için, hazırlık yaparken duydum: Erbil'de ve Norveç'te Kürt olduğu iddia edilen bir grup genç tarafından Kur'an'ı Kerim'e yönelik ağır hakaretler yapılmış. Anlatılanlar doğruysa, Erbil'de yayınlanan Weran dergisi bu işi organize ediyormuş ve eylem bugüne kadar defalarca tekrarlanmış.
Gerek Weran dergisinin gerek olayı haberleştiren sitelerin Envanjelist Hıristiyanlarla ilişkisi tespit edilmiş ki bu Hıristiyan gruplar, aynı zamanda Yahudilerle sıkı bir dostluk içindeler ve MOSSAD adına çalışabiliyorlar. Söz konusu site, haberi "Kürtlerin Irak ve Norveç'te Kur'an'a hakaret etmeleri Kürtlerle Sünni Araplar arasında gerginliğe yol açtı" başlığı altında vermiş. Bu başlığın neresine bakarsınız, yönlendirme ve provokasyon kokuyor.
İşin, bir düşman oyunu olduğu her hâlinden belli; düşman, düşmanlığını yapar. En yaralayıcısı, aramızdan imanları çalınan gençlerimizin bu işte kullanılmasıdır. Olamaz, diyemiyoruz; çünkü 90'lı yıllarda benzeri olaylar Batman ve başka yerlerde de yaşandı.
Olamaz diyemiyoruz, çünkü yöremizdeki Marksistlerin dine yönelik bakışlarını gençlere aşılamak için Alman Diktatör Hitlerin faşist propaganda taktiklerini kullandıklarını biliyoruz. Bu propaganda taktiğinde, doğru yanlış diye bir şey yoktur. Tam anlamıyla ölçüsüzlük vardır. Sözde kendi davasına hizmet edecek her yalan, her eylem, her kötülük meşrudur.
Ne yazık ki Marksist yazarların, halkçılık maskesi altına gizlenip din düşmanlığını yapanların, gençlerimize okuttukları tarih kitaplarında Kur'an-ı Kerim düşmanlığı, İslam düşmanlığı, Peygamber düşmanlığı neredeyse her sayfada vardır.
O kitapların ürünü bugün MOSSAD'ın oyunlarına gelebilecek gençlerdir. Fitne ve fesada ön ayak olabilecek gruplardır.
Soğuk Savaş dönemi ürünü olan bu kitapları, bu yalanla, iftirayla örülmüş eserleri hâlâ vitrinlerine koyanlar, gençlerimize okutanlar, bilsinler ki artık din düşmanlığı dünyada prim getirmez. Selahaddin-i Eyyübi evlatlarını dinlerinden uzaklaştırmak, onları Kur'an-ı Kerim'e hakaret edenler sınıfına taşımak kimseye bir şey kazandırmaz.
Eğer ahirete inanmıyor da her şey dünyadır diyorlarsa bilsinler ki Kur'an-ı Kerim'e hakaret, Kürtleri kendi coğrafyalarında yalnızlaştırmaktan, halkımız arasında fitne ve fesada yol açmaktan başka bir iş görmez.
Eğer, "Bu halk, hâlâ Kur'an-ı Kerim'e değer veriyor mu?" diye bir sınama yapılıyorsa, çevremizdeki toplumların bu sınamayı 80–100 yıl önce yaptıkları ve bundan fitne fesattan başka bir şey biçmediklerini biliyor olmalılar.
Çevremizdeki toplumlar, Kur'an-ı Kerim'i ölçü almaktan uzaklaşınca ne elde ettiler ki, Yahudi ve Hıristiyanların değirmenine su taşıyarak, toplumlarını baskı altına alarak nereye vardılar ki biz varmaya çalışıyoruz?
Onlara diyoruz ki,
Gelin, o kitaplarınızı gözden geçirin ve o satır aralarına Hitler mantığıyla serpiştirdiğiniz kelimeleri çıkarın, eğer Allah'tan korkmuyorsanız, ahirete inanmıyorsunuz ki bilin ki bu toplumun dünyası da ancak Kur'an-ı Kerim'le güzelleşir. Yok, eğer bu toplumu beğenmiyorsanız, bu toplumun düşmanlarıyla bir olup onun din, namus adına ne değeri varsa ona karşı savaşıyorsanız bu toplumdan olmadığınızı ilan edin.
Durum hakikaten vahim! Ancak, çaresiz değil. Çare Kur'an-ı Kerim'dir ve bu yönde güzel gelişmeler de vardır. Bugünün haberlerine bakıyorum: "Darıca'da Kur'an-ı Kerim'i hıfzeden 17 kız çocuğuna Hafızlık taçları babaları tarafından başlarına kondu."
Kur'an tacından güzel taç mı olur? Ne yazık ki yöremizde Kur'an-ı Kerim hafızlığı yaygın değil, özellikle kız çocukları hafızlık bir yana çok azı Kur'an-ı Kerim okuyor. Bizim, Kur'an-ı Kerim'e karşı saldırılara vereceğimiz cevapların en güzeli, çevremizdekilere Kur'an-ı Kerim öğretmemizdir.
Rabbim, bu büyük hizmeti hepimize nasip eylesin!
Malumunuz, pusula yön bulma aracıdır ve Müminin pusulası Kur'an-ı Kerim'dir. Mümin ona bakarak neye doğru, neye yanlış diyeceğini belirler. O, elimizde olmadan o bize rehber olmadan dünyayı nasıl anlayabiliriz ki?
Kur'an-ı Kerim ölçü alınmayınca, neredeyse bazı kişileri aklamak için, haramları helal ve tabii diye ilan edecekler.
Ne olmuş ki diye soruyorlar? Gerçekten de Kur'an-ı Kerim'in ölçüleri dikkate alınmayınca ortada kabahat diye bir şey kalmıyor. Namus, haysiyet, şeref, onur hepsi sadece birer kelime oluveriyor.
Onların Kur'an-ı Kerim'e karşı mücadele etmelerinin nedeni de buydu işte. Kur'an-ı Kerim olmayınca, onlar artık dilediklerini yapabilirler ve bunu kınamak için de bir neden kalmaz. Toplum tepkisi diyeceksiniz. Toplum tepkisi ancak Kur'an-ı Kerim ölçü alınınca söz konusu oluyor. Kur'an-ı Kerim'den uzaklaşmış bir toplum, günahları ne diye kınasın ki?
Bakın, bir anket şirketi sahibi, CHP seçmeni için "Hepsi, okumuş kesimdir. Okumuş kesim, böyle meseleleri önemsemez, oy vermeye devam eder" diyor. Peki, okumuş kesimimiz ne durumda? Bu adam neden okumuş kesimin duyarsızlığını gündeme getiriyor?
Hemen Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Mehmet Dönmez'i dinleyelim. Prof. Dönmez, geçen gün katıldığı bir programda aynen şunları söylüyordu: "Bir üniversitede konferans verirken küçük bir anket yaptım; üniversite öğrencilerinin yüzde kırk beşinin hayatında bir kez bile Kur'an-ı Kerim'e el sürmediğini belirledim."
Yüzde kırk beşi Kur'an-ı Kerim'e el sürmeyen bir okumuş kesim… Ki Dönmez Hoca, bu anketi elli yıl önce yapsaydı bu oranın yüzde seksenleri bulduğunu görürdü. İşte bu okumuş kesim, günahı alkışlayabiliyor, namusu ve şerefi üzerine yemin etmiş bir politikacının malum durumunu tabii görebiliyor.
Ama sadece okumuş kesim mi? Hayır, biz bütün bir toplum, duyarsızlaşıyoruz. Pusulamızın özünü kaybediyoruz.
Bakın aynı anket şirketinin sahibi "Türkiye'de 1980'den beri değer yargıları çok değişti. Bugün daha beter diziler toplumun büyük kısmını ekran başına topluyor. O nedenle toplumun büyük bir kısmının bu tip şeylerle ilgilendiğini zannetmiyorum" diyor.
Anketçiye bakın, sanki toplumsal mühendisliğin mimarı… Belli ki toplumu yoklaya yoklaya yol almayı kararlaştırmışlar. Bakıyorlar ki diziye tepki gösteren yok, gerçeğini öne sürüyorlar.
Hani eskiden, toplumumuzda mukaddesat vardı: Din, namus, mal (vatan), can. Bu mukaddesatlar içinden din ve namus çıkarılmış; söz konusu adam, bu ikisine artık yer yok demeye getiriyor.
Onun bu sözlerini okurken, bizim yöremize döndüm ve yakın dönemimizi hatırladım: Hani eskiden namus cinayeti, bugün töre cinayeti denen vakalar yaşanıyor yöremizde.
Bir de bakıyorsunuz ki bu vakalarda adı geçenler için anma törenleri düzenleniyor, hatta büyük şehir belediyesi onlardan birinin adını bir parka verebilmiş.
Bir haksızlık varsa ona karşı çıkabilirsiniz ama söz konusu kişileri kahramanlaştıramazsınız; onlar adlarına gösteriler yapılacak, adları mekânlara verilecek kişiler olarak görülürse yeni kuşaklara hangi değerleri anlatacağız?
Belli ki bizi Kur'an-ı Kerim'den koparanlar, bir seferberlik içinde bizi adeta sınıyorlar; önce önemsiz diyeceğimiz hakaretler, toplumsal ahlakın genlerinin değiştirilmesi, toplumun duyarsızlaştırılması ve en son bütün mukaddesatın çiğnenmesi… Bu kadar da olmaz demek istiyorum ama ne yazık ki proje aynen böyle?
Bu yazı için, hazırlık yaparken duydum: Erbil'de ve Norveç'te Kürt olduğu iddia edilen bir grup genç tarafından Kur'an'ı Kerim'e yönelik ağır hakaretler yapılmış. Anlatılanlar doğruysa, Erbil'de yayınlanan Weran dergisi bu işi organize ediyormuş ve eylem bugüne kadar defalarca tekrarlanmış.
Gerek Weran dergisinin gerek olayı haberleştiren sitelerin Envanjelist Hıristiyanlarla ilişkisi tespit edilmiş ki bu Hıristiyan gruplar, aynı zamanda Yahudilerle sıkı bir dostluk içindeler ve MOSSAD adına çalışabiliyorlar. Söz konusu site, haberi "Kürtlerin Irak ve Norveç'te Kur'an'a hakaret etmeleri Kürtlerle Sünni Araplar arasında gerginliğe yol açtı" başlığı altında vermiş. Bu başlığın neresine bakarsınız, yönlendirme ve provokasyon kokuyor.
İşin, bir düşman oyunu olduğu her hâlinden belli; düşman, düşmanlığını yapar. En yaralayıcısı, aramızdan imanları çalınan gençlerimizin bu işte kullanılmasıdır. Olamaz, diyemiyoruz; çünkü 90'lı yıllarda benzeri olaylar Batman ve başka yerlerde de yaşandı.
Olamaz diyemiyoruz, çünkü yöremizdeki Marksistlerin dine yönelik bakışlarını gençlere aşılamak için Alman Diktatör Hitlerin faşist propaganda taktiklerini kullandıklarını biliyoruz. Bu propaganda taktiğinde, doğru yanlış diye bir şey yoktur. Tam anlamıyla ölçüsüzlük vardır. Sözde kendi davasına hizmet edecek her yalan, her eylem, her kötülük meşrudur.
Ne yazık ki Marksist yazarların, halkçılık maskesi altına gizlenip din düşmanlığını yapanların, gençlerimize okuttukları tarih kitaplarında Kur'an-ı Kerim düşmanlığı, İslam düşmanlığı, Peygamber düşmanlığı neredeyse her sayfada vardır.
O kitapların ürünü bugün MOSSAD'ın oyunlarına gelebilecek gençlerdir. Fitne ve fesada ön ayak olabilecek gruplardır.
Soğuk Savaş dönemi ürünü olan bu kitapları, bu yalanla, iftirayla örülmüş eserleri hâlâ vitrinlerine koyanlar, gençlerimize okutanlar, bilsinler ki artık din düşmanlığı dünyada prim getirmez. Selahaddin-i Eyyübi evlatlarını dinlerinden uzaklaştırmak, onları Kur'an-ı Kerim'e hakaret edenler sınıfına taşımak kimseye bir şey kazandırmaz.
Eğer ahirete inanmıyor da her şey dünyadır diyorlarsa bilsinler ki Kur'an-ı Kerim'e hakaret, Kürtleri kendi coğrafyalarında yalnızlaştırmaktan, halkımız arasında fitne ve fesada yol açmaktan başka bir iş görmez.
Eğer, "Bu halk, hâlâ Kur'an-ı Kerim'e değer veriyor mu?" diye bir sınama yapılıyorsa, çevremizdeki toplumların bu sınamayı 80–100 yıl önce yaptıkları ve bundan fitne fesattan başka bir şey biçmediklerini biliyor olmalılar.
Çevremizdeki toplumlar, Kur'an-ı Kerim'i ölçü almaktan uzaklaşınca ne elde ettiler ki, Yahudi ve Hıristiyanların değirmenine su taşıyarak, toplumlarını baskı altına alarak nereye vardılar ki biz varmaya çalışıyoruz?
Onlara diyoruz ki,
Gelin, o kitaplarınızı gözden geçirin ve o satır aralarına Hitler mantığıyla serpiştirdiğiniz kelimeleri çıkarın, eğer Allah'tan korkmuyorsanız, ahirete inanmıyorsunuz ki bilin ki bu toplumun dünyası da ancak Kur'an-ı Kerim'le güzelleşir. Yok, eğer bu toplumu beğenmiyorsanız, bu toplumun düşmanlarıyla bir olup onun din, namus adına ne değeri varsa ona karşı savaşıyorsanız bu toplumdan olmadığınızı ilan edin.
Durum hakikaten vahim! Ancak, çaresiz değil. Çare Kur'an-ı Kerim'dir ve bu yönde güzel gelişmeler de vardır. Bugünün haberlerine bakıyorum: "Darıca'da Kur'an-ı Kerim'i hıfzeden 17 kız çocuğuna Hafızlık taçları babaları tarafından başlarına kondu."
Kur'an tacından güzel taç mı olur? Ne yazık ki yöremizde Kur'an-ı Kerim hafızlığı yaygın değil, özellikle kız çocukları hafızlık bir yana çok azı Kur'an-ı Kerim okuyor. Bizim, Kur'an-ı Kerim'e karşı saldırılara vereceğimiz cevapların en güzeli, çevremizdekilere Kur'an-ı Kerim öğretmemizdir.
Rabbim, bu büyük hizmeti hepimize nasip eylesin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder