03 Mayıs 2009

Başörtüsünün desenleri: Hicap, tevazu ve rıza

Geçen haftaki yazımda kadınların örtülü giyiminin şeklini belirlemede erkeğin etkilenmesini sarsılmaz bir ölçü olarak almanın güçlüklerine değinmiştim. "Yüksek topuğun çıkardığı sesler" örneğinde kendini gösteren yorumların bir yerinden, kadınların varoluş tarzını tamamen belirleme iddiasına sahip eli mezuralı bir despotizme kapı açılabilir pekâlâ.

Cennetten düşen insanın çıplaklığını farkederek örtünmeye ihtiyaç duyması dindar insana göre ontolojiyle, bunu takip eden giyinme süreçleri ise kültürle açıklanabilir. Farketmek, sıçramaktır. Cennetten düşüşün getirdiği bu farkındalık, beşerin aynı zamanda insan olarak yükselişi. 

Bedenini dini bir bakış açısıyla yaratılmış olarak gören bir insanın o bedeni yine dini algılarla tanıması ve donatması, inançlarıyla tutarlı bir hayat sürdürmesini tamamlayan bir anlama sahiptir. 

Giyim tarzı ya da bizatihi kişisel zevk, doğal olarak bir beden görüşü temelinde biçimleniyor, bu oluşum büyük ölçüde fiziki veya sanal bir çevreyle de bütünleşiyor. Beden sanki bir açıdan bütünüyle kısıtlı ve keşfedilmiş, başka bir açıdan ise bilinemezliklerle dolu ve işaretlemelerle biçimlendirilme denemeleri açısından bakıldığında ise sanki sonsuzca genişlemeye yatkın.

Elbette insan olarak nasıl göründüğümüzle ilgili, dini açıdan ise bize emanet edilen bedeni korumakla sorumluyuz. Kendimizi içinde bulduğumuz beden bir açıdan yeteri kadar keşfedilmiş, bir açıdan da bizi kendimize yabancılaştıracak ölçüde mesafeli, gizemli bir yapı. Kadınlığın akılla fiziksel çekicilik arasında bir çatışmaya maruz kalmasının da ontolojik olduğu ölçüde kültürel ve birbirini etkileyen nedenleri olmalı. Kadın olarak görünüşümüzle daha fazla ilgilendiğimize ilişkin kabulü, bütünüyle kültürün bize dayattığı söylenebilir mi… Sonuçta giysi tarzımız, başka pek çok alışkanlığımız veya beğenimizle birlikte kendimizi içinde bularak büyüdüğümüz, büyümesine biraz da seyirci kaldığımız bedenimizin elimizde olan-olmayan biçimine ve duruşuna ilave edilmiş kendiliğimiz.  

İnsan yapı olarak giyinmeye zorunlu bir varlık. Yeryüzüne inmesi insanın, kültür üretmeye de yazgılı olmasını getirmiştir. O anlamda insan diğer gelişmiş canlı türlerine göre hem ayrıcalıklı konumda hem de kültürünü zenginleştirmeye sevkeden bir örtüsüzlükle malul. İnsan, beşeri olandan koparken başka hiç bir canlı türünde olmadığı şekilde giyinmeye zorlanmış, giyinmeyi istemiştir. Kültürel olan aynı zamanda bir yanıyla olsun ontolojiktir. Bir olgu tarih boyunca bütün toplumlarda bir şekilde var olmuşsa, bunu yapıntı bir durum, bir kaza, kültürün bir cilvesi saymakla kalamayız. Giysi kültürünü oluşturan  gerekçelerden  en azından biri, hâlâ bilinemezliğini koruyor da olabilir.  (1)

Mahremiyet hayatımızın, bütün olarak varlığımızın kendi benimsediğimiz, belirlediğimiz gizli-saklılığı, bu gizli saklılığın gözettiği alan ya da çevre, bir çevre (hatta söylem) mesafesi olarak tanımlanabilir. Dindar insan bedeninin mahremiyetiyle ilgili sınırlar alanında Allah'ın buyruklarını dikkate alıyor ve bu buyrukların bazen irrasyonel gibi görünenlerinde de bir hikmet olduğuna inanıyor. Bu manada saç teli, bağlı veya ait olduğu fiziki ve metafizik düzen bağlamında sadece saç teli olmaktan uzaktır. Yukarıda ifade ettiğim gibi, dindar bir insan için kendini içinde bulduğu ve birlikte büyüdüğü bedeni, sırları bütünüyle çözülmüş ve kendi elinde bir yapı değildir. Tarih boyunca bütün kültürlerde bir şekilde var oluşu, Abdulkerim Suruş'a göre, başörtüsünün kadın doğasıyla bütünleşen metafizik bir anlamı olduğunun göstergesi. (2) Suruş, kadın ve başörtüsü arasındaki bağdan sözederken "gizem" sözcüğünü kullanıyor.  "Dişil olanın varolma tarzı kendini gizleme ya da hicaptır (...) Dişi olanın aşkınlığı, kendini başka bir yere doğru geri çekmekten ibarettir ki bu hareket bilincin hareketine karşıttır. Ama o bundan dolayı bilinçdışına veya bilinçaltına ait değildir; bu yüzden ben onu gizem olarak adlandırmaktan başka yol bulamıyorum", diye yazıyor Levinas da... (3)

Genellikle dinsel geleneklerin kadın bedenini onun rızası ya da eğilimi hilafına denetim altında tutarak köleleştirdiği görüşü, gücünü yitirmiş pozitivist  bir eleştiridir.   Benzeri eleştiriler,  (çoğunlukla modern eğitimlerden geçmiş) kadınların bedenleri konusunda dinin "denetim" olarak adlandırılan ölçü ve kurallarını kendi rızalarıyla kabullendiğini dikkate almazlar. Geleneğin bedenini tutsak ettiği öne sürülen kadının özgürleşmesi, bu bedenin tüketim ideolojisi tarafından işgal edilmesi amacıyla savunuluyor sanki.

Bir yandan da başörtülü kadınlar üzerine yapılan konuşmalar çoğu zaman, bütün başörtülüleri bir tek kişi sayarak yapılıyor. O zaman da örnekler üzerinden kurulan tanımlar   bazen hafife almaya yol açacak şekilde muğlaklaşıyor, bazen de fazlasıyla ağırlaştırılarak zorlaştırılıyor. Başörtüsüne dönük tanımlama çabaları, onu örten kişinin seçme nedenlerini dikkate almadan yapıldığı sürece hep eksik kalacaktır. 

Açık ki günümüzün başını bir rızayla örten öğrenci kızları için tesettür konusunda önemli olan salt saçını kapatmak değil, Allah'a bağlılığını göstermektir ki bu konuda erkek de kadın kadar sorumludur.  Çağımızın modern eğitim kurumlarında tahsil görmüş başörtülü kadınları ise, kendilerine modernlik adına dayatılan ideal kadınlık imgeleri karşısında duydukları tepkiden hareketle de geliştirdikleri bir mantıkla tesettürü benimsemişlerdir. 

İnsan bir cinsle, bir kimlikle dünyaya geliyor, ama  kendi çabasıyla kimliğini ve cinsiyetini geliştirme yükümlülüğüyle değer kazanıyor. Annemaria Schimmel'in altını çizdiği gibi, tek bir kadınlık durumu da yoktur; Allah aşkı konusunda ise erkek ile kadın arasında bir fark bulunmaz. (4) Başörtüsüne anlam kazandıran takva örtüsü, içsel derinleşmenin, sadeliğin ve tevazunun dışavurumudur. Başörtüsünün de parçası olduğu bir değer yargıları bütününü benimsemeniz, giyim-kuşamınıza kendi kişiliğinizin damgasını vurmaya hakkınız olmadığı anlamına gelmez. Buna karşılık, evden çıkmadan ayna karşısında bir-iki saat geçiriyorsanız, tesettürü gerçekleştirmiş sayılmayabilirsiniz.

Başını örtüyor, bol da giyiniyor, yine de tesettürlü (hicaplı) sayılamıyor, niye? Belki de giyiminde ya rıza eksik ya da tevazu. Rıza, örtülü giysinin bir benimsemeyle giyilmesinde kendini gösterir, tevazu ise örtünün sahici anlamda bir örtü, takva örtüsü olmasını sağlayan içsel donanımın altını çizer.  Tevazudur ki kararında, yerli yerinde davranma ve konuşmaya yönlendirir kişiyi, dengeleri gözetme konusunda üzerine düşenden fazlasını yapmaya da...

Başı örtülü olsa da tesettürlü sayılmayabilecek bir genç kızın başını örtme kaygısının da bir anlamı olmalı. Bir aidiyeti işaretleme, sema ile bağını koruma, kendine bir sınır koyma, bir çerçeve çizme, ya da başka herhangi bir neden...

80'li yıllarda başlarını örten öğrenciler, bu seçimlerini Nur ve Ahzab surelerine dayanarak bir özgürleşme ifadesi olarak benimsemişlerdi. "Türban" olarak isimlendirilen başörtüsü, dine ve geleneğe de atıfta bulunmakla birlikte, yeni bir olgu. Yeniliği, seçimle gerçekleşmesinde, bir hayat tarzı ve dünya görüşünü temsil ediyor olmasıyla ilgili. Bu anlamda Ümit Aktaş'ın da bir yazısında vurguladığı gibi "...başörtüsü ne erkekegemenliğinin bir talebidir ne de bir ezilme biçiminin onayıdır; topluma, tarihe, ideolojiye, moda merkezlerine, kadın cinselliğini tüketen bütün sektörlere karşı, kendi kimliği, kanaatleri ve beden anlayışı için bir özgürlük alanı açmanın ifadesidir." (5)

Bu başörtülüler her zaman, erkekegemen kabulleri değil, Allah'ın rızasını kazanmayı, bununla bağlı yüksek ilkeleri gözetmeyi amaçladıkları için başlarını örtmek istediklerini ifade ediyorlar. Kadın bedenine ilişkin istismara ve bağımlılığa yol açan söylemler bağlamında yalnızca modernist söylemleri değil, din adına korunan gelenekselci söylemleri de sorguluyorlar. Hangi giysiyle daha dindar olabilecekleri konusunda olduğu gibi, çağdaş kılık kıyafet bağlamında da kendilerine yönelen dayatmalara itiraz etmeyi sürdürüyorlar.  Bu durumda başörtüsü aynı zamanda baba ve devlet otoritesi tarafından temsil edilen pederşahi ve erkekegemen söylemlere ve uygulamalara yönelik köktenci bir sorgulamanın sembolü olarak da görülebilir. Bedenin görünürlüğünün koşulları ya da hicabı bağlamında Allah'ın rızasına yapılan gönderme doğrudan bir amacı yanstığı gibi,  kendi bedeni üzerinde kutsallık halesini kuşanmış beşeri bir otoritenin iddialarını kabullenememenin de ifadesi olmaktadır.

DİPNOTLAR
1-Cihan Aktaş, "Başörtüsünün Soykütüğü Üzerine Düşünmek", Birikim dergisi, Sayı: 210.

2-  Abdulkerim Suruş, Kadın Haklarında Daralma ve Genişlemeler, Zenan (Kadınlar) dergisi, sf. 32, sayı 59.

3- Emmanuel Levinas, Sonsuza Tanıklık, sf. 319, Metis, 2002.

4- Annemarie Schimmel, Ruhum Bir Kadındır, sf. 79, İz: 2004.

5-Ümit Aktaş, "Kadın, Politika ve Din", Birikim dergisi, sayı 208. 

Hiç yorum yok:

Popüler Yayınlar

Blog Widget by LinkWithin

İslam İlmihali