Mustafa Bey: “1- Kastamonu Lâhikası’nın 179. Sayfasında geçen, ‘Hizb-i Nuri’de, hem ‘tefekkürü saatin’ sırrı, hem küllî bir ubudiyet bulunduğundan...’ cümlesini açar mısınız? 2- Risâle-i Nur’da Peygamber Efendimiz’in (asm) bu kâinat sarayının varlığı ile ilgisi nasıl açıklanmıştır? 3- Risâle-i Nûr’a göre, Kur’ân’ın diğer kelâmlar içindeki yeri ve önemi nedir?”
1- Akıl ehline tefekkürü emreden Kur’ân, kendisi de bizatihi tefekkür hazinesidir. Peygamber Efendimiz de(asm), bir saat tefekkürün bir sene nafile ibadete bedel olduğunu beyan buyurmuştur.
“Hizbü’l-Ekber-i Nuriye”, Risâle-i Nûr’un fidanlığı hükmündeki âyetleri ihtivâ eden Kur’ân’a ait büyük bir tefekkür incisidir. “Hizbü’l-Ekber-i Nuriye”yi okumak hem Peygamber Efendimiz’in (asm) müjdelediği bir yıllık ibadet hükmündeki tefekkürü ve sevabını bize kazandırır, hem de küllî bir ibadet hükmüne geçer.
Hizbü’l-Ekber-i Nûriye’nin, Üstad Hazretlerinin hayatındaki yerini kendi ifâdelerinden dinleyelim: “Ne vakit sıkılsam, ve fikir ve kalbe yorgunluk ve usanç gelse bu hizbin bir kısmını mütefekkirâne okumuşsam, o sıkıntıyı ve usanç ve yorgunluğu izâle ediyordu. Hattâ bilâistisnâ, her gece sabaha yakın, dört beş saat meşgûliyetten gelen usanç ve yorgunluk, o hizbin altısından birisini okumasıyla hiçbir eseri kalmadığı bin defa tekerrür etmiş.”1
2- Üstad Bedîüzzaman’a göre, bu kâinât sarayının varlığına ve bekâsına tek sebep Hazret-i Muhammed'dir (asm).2 Cenâb-ı Hak, Hazret-i Muhammed’in (asm) mübârek lisânına İlâhî beyanını ve mukaddes kelâmını, vücuduna ise en büyük nîmet olan rahmet dîni İslâmiyet’i koymuş; Hz. Muhammed’in (asm) peygamberliğini bu kâinâta bir mânevî güneş yapmıştır. Cenâb-ı Hak bütün karanlıkları bu güneşle izâle etmiş, bütün nûrânî hakikatleri bu güneşle göstermiştir. Bütün şuur sahiplerini, hattâ bütün kâinâtı bu güneşle bâkî hayat müjdesiyle sevindirmiştir.
Cenâb-ı Hak Hz. Muhammed’in (asm) dînini, bütün makbul ibâdet ehlinin kemâlâtına muazzam bir fihriste ve ibâdetlerine sağlam bir program yapmıştır. Hz. Muhammed’in (asm) mânevî şahsiyeti olan hakikatini Uluhiyet tecellîlerine bir geniş ayine yapmış; zâtını insanoğluna en büyük reis ve Üstad eylemiş; kendisini fevkalâde büyük ve kudsî vazife-lerle beşerin imdâdına göndermiştir. İnsanları da rahmet, hikmet, adâlet, gıdâ, hava, su ve ışık derecesinde onun dînine, şeriatına ve gaybî haberlerine muhtaç bırakmıştır.3
Zîrâ Hazret-i Muhammed (asm) Cenâb-ı Hakk’ın Rububiyet saltanatının yüksek bir dellâlı; kâinâtın gizli yaratılış sırlarının doğru bir keşfedicisi; lütûf ve merhametin parlak bir misâli; şefkat ve muhabbetin beliğ bir lisanı; bâkî âlemdeki dâimî hayat ve ebedî saadetin en kuvvetli müjdecisi ve Allah elçilerinin en sonuncusu ve en büyüğüdür.4
3- Kur’ân’ın, İsm-i Azam’dan ve her ismin azamlık mertebesinden geldiğini ve bütün âlemlerin Rabb’i îtibâriyle Allah kelâmı olduğunu beyan eden Üstad Bedîüzzaman, sair İlâhî kelîmelerin ise bir kısmının has bir îtibâr ile, cüz’î bir unvan ile, husûsî bir ismin cüz’î tecellîsi ile, has bir Rubûbiyet ile, mahsus bir saltanat ile ve hususî bir rahmet ile mahlûkâtın kalplerine ilhâm edildiklerini kaydeder.5
Said Nursî’ye göre, ilhamların hususiyet ve külliyet cihetinde dereceleri çok çeşitlidir. En cüz’îsi ve en basiti hayvanların ilhamıdır. Onlardan biraz yüksek, avam insanların ilhamları gelmektedir. Sonra sırayla ilhamlar, avam melâikenin ilhamları, evliyâ ilhamları ve büyük melâikenin ilhamları tarzında derece derece yükselmektedir. İlham sırrına binâen her bir velî kalbinin telefonuyla: “Kalbim, benim Rabb’imden haber veriyor” diyebilmektedir.6
Bediüzzaman’a göre, bir padişâhın ihtişamlı saltanatının gereği olan emri, âdi bir adamla konuşmasından ne kadar yüksekse; Kur’ân da diğer ilâhî kelimelerden ve ilhamlardan sonsuz derece yüksektir. Ku’rân’dan sonra ikinci derecede diğer mukaddes kitaplar ve semâvî sahifeler gelmektedir. Bütün ilâhî kitaplar, ilhamlardan üstündürler.7 Peygamberlere gelen vahyin ekserisinin melek vâsıtasıyla; ilhamların ekserisinin ise vâsıtasız olmasının bir sırrı ve hikmeti budur.8
Dipnotlar:
1- Kastamonu Lâhikası, s. 176.
2- Sözler, s. 113
3- Şuâlar, s. 546, 547
4- Şuâlar, s. 547
5- Sözler, s. 123
6- Sözler, s. 124
7- Sözler, s. 124
8- Sözler, s. 125
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder