Maşita Sultan, Firavun'un suratına tükürüp hakkı haykırdıktan sonra, takatsizlikten başı tekrar öne düştü. Artık tüm bedenini tavana asılmış kolları tutuyordu. Firavun'un gözleri cehennemi ateşlerle dolmuştu. Eliyle iğrenç suratındaki tükürüğü sildi. İnsanlara döndü. Korkunun Allah'dan başka her şeye kul yaptığı nefes alan cesetler, böyle bir şeye şahid olmaktan dolayı cezaya çarptırılma endişesi taşıyordu. Tarih daha nice kez şahidlik yapacaktı buna. Kendilerini Allah'a feda edenler ve onların başkaldırıları ile kendilerinin de mevcut ceberutların kahrına uğrayacakları vehmine boğulanlar... Bu yüzden ayak bağı olanlar, 'bana bir şey olmasın' diye ayağa kalkanlara köstek olanlar.
Firavun, Maşita'ya bedeni üzerinden yapılacak işkencelerin netice getirmeyeceğini anladı. Son kozu kullanmanın vakti gelmişti. Emir verdi. Maşita'nın kızını getirdiler. İşi cellâtlara bırakmadı. Küçük kızı kucağına alıp Maşita'nın karşısına geçti ve hançeri boğazına dayadı. "Söyle kadın! Ben senin ilahın değil miyim?" İmtihanın başka bir boyutu başlamıştı. Birçok davetçinin tökezlediği, Allah'a rağmen öteleyemediği değerleri, sevgileri feda etme aşamasına gelinmişti. Bir köşeye sinen, içten içe kahrolan Asiye Hatun nefesini tutmuştu. Yalnız o mu? Gökler endişeyle, arz titreyerek, tüm kâinat sessizlikle, lisan-i hal ile "Cennete az kaldı Maşita" dercesine bekliyordu. Maşita bir gayretle yüzünü kaldırdı. İğrenç bir bedenin kuşattığı yavrucağızını boğazına hançer dayalı gördü. Bulanıktı her şey… Yediği kamçıların acısıyla net göremiyordu; ama kalbinin meyvesi nemli gözlerle, korkudan ağlayamayan bir mahsuniyetle bakıyordu kendisine. Kalbinin meyvesi mi? Kalbinin sahibi mi? Hangisini öncelemeliydi? Pamuk ellerle saçlarını lüle lüle ördüğü, yanaklarını yüreğiyle hep öptüğü, semasının güneşi, arzının can suyu kızı mı, yoksa tüm nimetleri lütfedip, sahip olunanları emanet veren ve verdiği gibi pak isteyen âşıkların gayesi, Efendiler Efendisi Hz. Allah mı? Maşita tüm kâinata göz kırptı ve dedi ki, "Ben bir ve tek olan, eşi, benzeri ve zıddı olmayan Allah'dan başkasına tapmam" Firavun'un bütün sinir damarları teyakkuza geçmişti. Küçük kızı, Maşita'ya iyice yaklaştırıp boğazına dayadığı hançeri bir uçtan diğerine derince çekti. Küçük yavrunun kanı Maşita'nın yüzüne fışkırıyordu. Maşita, gözlerini kapatmış sadece Allah'ı düşünüyor, sabır ve sebat dileniyordu. Tüm kâinat galeyana gelmiş Allah'ı tesbih ederken Kızıldeniz, öfkesini yığıyordu Musa'nın asasını indireceği yere.
Firavun, kucağındaki minik şehidin bedenini bir çuval gibi yere fırlattı. Birkaç asker küçük kızın bedenini çekip çıkarmak isteyince "Hayır, bırakın! Kızının cesedi gözünün önünde kalsın" deyip Maşita'ya döndü; "Ey kadın! Çocuğunu sen öldürdün. Şimdi ilahlığımı ikrar etmezsen diğer çocuğunu da getirteceğim." Ne yazık ki bu propaganda günümüze kadar işlevini yitirmeyecekti. İlahlık, ideoloji, rejim haline getirilecek, bu ilahlığı reddeden müminlere zulmedilecek ve "Sizin suçunuz! Sessiz-pısırık olsaydınız bunlar olmayacaktı. Kıydığımız canlar, zindanlar, acılar kendi eseriniz" denecek, direniş ile zulüm aynı tabakta sunulacak. Zulüm edilmesin diye direnişten vazgeçirilmeye davet edilecekti sahte ilahlığı reddedenler. Bu, "direnme ki zulm görme" mantığıydı. Ama Maşita bu oyuna gelmedi. Çocuğunun katledilmesinde suçluluk psikolojisine girmedi, komplekse kapılmadı. O, hak yolda olmanın her müslümanı bekleyen bir cilvesini acı da olsa tattı. Fiziki işkencelerle beslenen psikolojik işkenceye en güzel tavrı koyan Maşita, ikinci çocuğunu da kaybetmede sorumlu olma hissine girmedi. Bundan dolayı "Ey azgın! Seninle Âlemlerin Rabbi'nin huzurunda elbet görüşeceğiz. Kahhar olan Allah'ın azabı sana müstehak olacaktır inşallah"
Firavun, bu işi uzatıp Maşita'yı konuşturdukça saray ehlinden yana endişeleri artıyordu. Emir verdi Maşita'nın kundaktaki bebeği getirildi. Bebek odaya getirilip de annesine yaklaştırılınca annesinin kokusunu aldı. Günlerdir anne kucağı görmemiş, anneciğinin sütünü özlemiş, acıkmıştı. Ufacık boynunu fıtri duygularla annesinin göğsüne uzattı. Annesi süt verecek sandı. Boynu iki yana sallanıyor, ağlamaklı süt istiyordu annesinden. Onun bu hali Maşita'nın ciğerlerine kor ateşler gibi düştü. Bir kez olsun alıp bağrına basmak, süt vermek için neler vermezdi. Bağları gevşer gibi oldu. Firavun tekrar sordu; "Ben senin ilahın değil miyim?" Maşita tereddüt etti. Ne yapsındı şimdi? Nefes nefes aldığı hava alevden nehirler gibi içine boşalıyor tüm bedenini yakıyordu. Canı şimdi çok yanıyordu, ama kırbaç darbelerinden değil. Kök için toprak neyse, yağmur için bulut neyse bir anne için evlat da oydu. Milyonlarca kez paramparça edilmeye razıydı ilahi yolda; ama…!
Amalar başlamıştı ki, bebek dile geldi "Sakın anne, vazgeçme davandan! Vallahi ben Allah'ın senin, benim ve ablam için hazırladığı nimetleri görüyorum"
Firavun kucağında bir bebek değil de alev topu taşıyormuşçasına hem dehşetten, hem de bir an önce bu mucizevari olayın etkisine girilmemesi için bebeği Maşita'nın gözleri önünde odada cayır cayır yanan fırına attı. Maşita kundağın yanıyor olmasını görmesine rağmen cennet gülüşüyle tebessüm ediyordu. Bebek hala konuşuyor, annesine Rablerinin nimetlerini ve sebatı telkin ediyordu. Bu mucize herkesi şok etmiş, diller kilitlenmişti. İslam davasına kurulan tuzakları, kurulduğu yerde kuranların elleriyle başlarına geçirmişti Hz. Allah. Maşita, gevşediği yerde toparlandı. Bittiği yerde dirildi. Allah, (cc) katından her zaman en güzel yardımları indirirdi. Yeter ki, müminler direnmeyi ve sabretmeyi bilsinler.
Kundak ve içinde daha ana sütüne doymamış bir can fırında cayır cayır yandı. Bu Maşitanın ardı ardına feda ettiği ikinci canıydı. Zalimler Onun da canına kıyıp şehid ettiler. Nasıl mı? Önemi var mı? İster asarak, ister kılıçlarla… Emanetini sahibine pak bir şekilde ve O'nun yolunda teslim etmek değil midir asıl amaç?
Maşita, salt tarih sayfalarında ak bir sayfadan ibaret değildir. İslami direnişin Allah'a düşman bir rejim ve onun uzantılarıyla girişmiş olduğu mücadelenin aydınlık bir numunesidir. Tarih, her şeyiyle kendilerini davalarına adamışların, dönmezlerin-döndürülmezlerin öykülerini korurken; dönmüşleri, yolda bırakmışları, yola çıkıp sırt çevirmişleri; bir yığın, anılmaz/yad edilmez bir güruh olarak önüne sermektedir. Tercih ikidir, ya sarsılmaz dağlar gibi sebat ve asil bir ölüm ya da zalimler önünde diz bağlarının çözülüp hakkı satmak ve onursuz bir son.
Bir peygamber öncülüğünde faaliyetlerine başlamış İslami hareket; Mısır'da çalışmalarını Firavuni düzenin baskı, tehdit ve her türlü kirli-derin oyunlarına rağmen sürdürüyordu. Mısır'da ilahi maslahatla edinilen hücre evleri; özellikle de satın alınmış ajanlar, kendi kavmine ihanet içine girmiş soysuzlar tarafından gözetleniyordu. Derlenen bilgiler bir düzene sokulup toplu bir şekilde Firavun ve avanesine taşınıyordu. Firavun ve yardımcıları gelen bilgilere göre strateji geliştiriyor, tüm mesailerini Musa'nın hareketini dumura uğratmaya harcıyorlardı. Firavun, sık sık Musa'nın amacının Mısır yönetimi olduğunun nutkunu atıyor rejim çığırtkanlığı yapıyordu. Mısır'a komşu ülkeler gelişirken, başlarında çözüm bekleyen onca toplumsal sorun varken Mısır idarecileri halkın mal varlığını muhteşem ve devasa piramit inşaatlarına harcıyorlardı. Çok ağır koşullarda çalıştırılan onbinlerce köle bir firavunun necis cesedinin konması için inşa edilen piramitlerin inşasında, tonlarca ağırlıkta taş blokların altında can veriyordu. Üç müminin bir araya gelip namazgâh edinilmiş evlerde Musa'ya gelen ayetleri mütalaa etmek en büyük suç olmuşken, üstelik bu müminler toplumu ifsad eden hastalıklara cephe almışken sistemin zirvesindekiler toplumu ıslah edeceklere savaş açmışlardı.
Her türlü fiziki ve psikolojik baskı sürüyor, zulüm rengini gün geçtikçe koyulaştırıyordu. Böyle olmakla hareket içindeki çürükler bir bir düşüyor, Maşitalar bileniyordu. Âlemlerin Rabbi kullarını çilelerle terbiye ediyor âşıklar ve sadıklar bunu lütuf, hareketin mızmızları -hâşâ- zulüm belliyordu. Maşita'nın şehadeti "kara haber tez gelir" meselince çabuk yayılmıştı. Müminler artık gözü kapalı bir maceraya atılmamış olmanın fikrini kapmıştı. Bu dava hiçbir zaman dünyevi menfaatleri, sefahati, müreffeh bir hayatı va'detmedi. Kendi zanlarının hesaplarıyla serüven arayanlar gördüler ki, çile var, gözyaşı var, ölmek var, öldürülmek var. Artık Musa'ya tabi olanlar eski ümmetlerin şehidlerini, destan yazanlarını değil, kendi şehidlerini konuşuyordu. Allah'ın Bir topluma hediye ettiğin en güzel şey şehidlerdir. Maşita sadece mekân değiştirmiş, davasına başka bir boyutta ve manevi bir cephede hizmet edecekti artık. İslam öyle kudsi bir dava ki zindanlar, kabirler, gurbetlikler… Her biri davanın birer birimi ve cephesidir.
SON
KAYNAK:
İbn-i Abbas Rivayetleri
İbn-i Kesir
HZ. Âdem'den son Peygambere Peygamberler Tarihi; Ahmet Cemil Akıncı
Ziya Çevlik (inzar Dergisi 43. Sayı
Firavun, Maşita'ya bedeni üzerinden yapılacak işkencelerin netice getirmeyeceğini anladı. Son kozu kullanmanın vakti gelmişti. Emir verdi. Maşita'nın kızını getirdiler. İşi cellâtlara bırakmadı. Küçük kızı kucağına alıp Maşita'nın karşısına geçti ve hançeri boğazına dayadı. "Söyle kadın! Ben senin ilahın değil miyim?" İmtihanın başka bir boyutu başlamıştı. Birçok davetçinin tökezlediği, Allah'a rağmen öteleyemediği değerleri, sevgileri feda etme aşamasına gelinmişti. Bir köşeye sinen, içten içe kahrolan Asiye Hatun nefesini tutmuştu. Yalnız o mu? Gökler endişeyle, arz titreyerek, tüm kâinat sessizlikle, lisan-i hal ile "Cennete az kaldı Maşita" dercesine bekliyordu. Maşita bir gayretle yüzünü kaldırdı. İğrenç bir bedenin kuşattığı yavrucağızını boğazına hançer dayalı gördü. Bulanıktı her şey… Yediği kamçıların acısıyla net göremiyordu; ama kalbinin meyvesi nemli gözlerle, korkudan ağlayamayan bir mahsuniyetle bakıyordu kendisine. Kalbinin meyvesi mi? Kalbinin sahibi mi? Hangisini öncelemeliydi? Pamuk ellerle saçlarını lüle lüle ördüğü, yanaklarını yüreğiyle hep öptüğü, semasının güneşi, arzının can suyu kızı mı, yoksa tüm nimetleri lütfedip, sahip olunanları emanet veren ve verdiği gibi pak isteyen âşıkların gayesi, Efendiler Efendisi Hz. Allah mı? Maşita tüm kâinata göz kırptı ve dedi ki, "Ben bir ve tek olan, eşi, benzeri ve zıddı olmayan Allah'dan başkasına tapmam" Firavun'un bütün sinir damarları teyakkuza geçmişti. Küçük kızı, Maşita'ya iyice yaklaştırıp boğazına dayadığı hançeri bir uçtan diğerine derince çekti. Küçük yavrunun kanı Maşita'nın yüzüne fışkırıyordu. Maşita, gözlerini kapatmış sadece Allah'ı düşünüyor, sabır ve sebat dileniyordu. Tüm kâinat galeyana gelmiş Allah'ı tesbih ederken Kızıldeniz, öfkesini yığıyordu Musa'nın asasını indireceği yere.
Firavun, kucağındaki minik şehidin bedenini bir çuval gibi yere fırlattı. Birkaç asker küçük kızın bedenini çekip çıkarmak isteyince "Hayır, bırakın! Kızının cesedi gözünün önünde kalsın" deyip Maşita'ya döndü; "Ey kadın! Çocuğunu sen öldürdün. Şimdi ilahlığımı ikrar etmezsen diğer çocuğunu da getirteceğim." Ne yazık ki bu propaganda günümüze kadar işlevini yitirmeyecekti. İlahlık, ideoloji, rejim haline getirilecek, bu ilahlığı reddeden müminlere zulmedilecek ve "Sizin suçunuz! Sessiz-pısırık olsaydınız bunlar olmayacaktı. Kıydığımız canlar, zindanlar, acılar kendi eseriniz" denecek, direniş ile zulüm aynı tabakta sunulacak. Zulüm edilmesin diye direnişten vazgeçirilmeye davet edilecekti sahte ilahlığı reddedenler. Bu, "direnme ki zulm görme" mantığıydı. Ama Maşita bu oyuna gelmedi. Çocuğunun katledilmesinde suçluluk psikolojisine girmedi, komplekse kapılmadı. O, hak yolda olmanın her müslümanı bekleyen bir cilvesini acı da olsa tattı. Fiziki işkencelerle beslenen psikolojik işkenceye en güzel tavrı koyan Maşita, ikinci çocuğunu da kaybetmede sorumlu olma hissine girmedi. Bundan dolayı "Ey azgın! Seninle Âlemlerin Rabbi'nin huzurunda elbet görüşeceğiz. Kahhar olan Allah'ın azabı sana müstehak olacaktır inşallah"
Firavun, bu işi uzatıp Maşita'yı konuşturdukça saray ehlinden yana endişeleri artıyordu. Emir verdi Maşita'nın kundaktaki bebeği getirildi. Bebek odaya getirilip de annesine yaklaştırılınca annesinin kokusunu aldı. Günlerdir anne kucağı görmemiş, anneciğinin sütünü özlemiş, acıkmıştı. Ufacık boynunu fıtri duygularla annesinin göğsüne uzattı. Annesi süt verecek sandı. Boynu iki yana sallanıyor, ağlamaklı süt istiyordu annesinden. Onun bu hali Maşita'nın ciğerlerine kor ateşler gibi düştü. Bir kez olsun alıp bağrına basmak, süt vermek için neler vermezdi. Bağları gevşer gibi oldu. Firavun tekrar sordu; "Ben senin ilahın değil miyim?" Maşita tereddüt etti. Ne yapsındı şimdi? Nefes nefes aldığı hava alevden nehirler gibi içine boşalıyor tüm bedenini yakıyordu. Canı şimdi çok yanıyordu, ama kırbaç darbelerinden değil. Kök için toprak neyse, yağmur için bulut neyse bir anne için evlat da oydu. Milyonlarca kez paramparça edilmeye razıydı ilahi yolda; ama…!
Amalar başlamıştı ki, bebek dile geldi "Sakın anne, vazgeçme davandan! Vallahi ben Allah'ın senin, benim ve ablam için hazırladığı nimetleri görüyorum"
Firavun kucağında bir bebek değil de alev topu taşıyormuşçasına hem dehşetten, hem de bir an önce bu mucizevari olayın etkisine girilmemesi için bebeği Maşita'nın gözleri önünde odada cayır cayır yanan fırına attı. Maşita kundağın yanıyor olmasını görmesine rağmen cennet gülüşüyle tebessüm ediyordu. Bebek hala konuşuyor, annesine Rablerinin nimetlerini ve sebatı telkin ediyordu. Bu mucize herkesi şok etmiş, diller kilitlenmişti. İslam davasına kurulan tuzakları, kurulduğu yerde kuranların elleriyle başlarına geçirmişti Hz. Allah. Maşita, gevşediği yerde toparlandı. Bittiği yerde dirildi. Allah, (cc) katından her zaman en güzel yardımları indirirdi. Yeter ki, müminler direnmeyi ve sabretmeyi bilsinler.
Kundak ve içinde daha ana sütüne doymamış bir can fırında cayır cayır yandı. Bu Maşitanın ardı ardına feda ettiği ikinci canıydı. Zalimler Onun da canına kıyıp şehid ettiler. Nasıl mı? Önemi var mı? İster asarak, ister kılıçlarla… Emanetini sahibine pak bir şekilde ve O'nun yolunda teslim etmek değil midir asıl amaç?
Maşita, salt tarih sayfalarında ak bir sayfadan ibaret değildir. İslami direnişin Allah'a düşman bir rejim ve onun uzantılarıyla girişmiş olduğu mücadelenin aydınlık bir numunesidir. Tarih, her şeyiyle kendilerini davalarına adamışların, dönmezlerin-döndürülmezlerin öykülerini korurken; dönmüşleri, yolda bırakmışları, yola çıkıp sırt çevirmişleri; bir yığın, anılmaz/yad edilmez bir güruh olarak önüne sermektedir. Tercih ikidir, ya sarsılmaz dağlar gibi sebat ve asil bir ölüm ya da zalimler önünde diz bağlarının çözülüp hakkı satmak ve onursuz bir son.
Bir peygamber öncülüğünde faaliyetlerine başlamış İslami hareket; Mısır'da çalışmalarını Firavuni düzenin baskı, tehdit ve her türlü kirli-derin oyunlarına rağmen sürdürüyordu. Mısır'da ilahi maslahatla edinilen hücre evleri; özellikle de satın alınmış ajanlar, kendi kavmine ihanet içine girmiş soysuzlar tarafından gözetleniyordu. Derlenen bilgiler bir düzene sokulup toplu bir şekilde Firavun ve avanesine taşınıyordu. Firavun ve yardımcıları gelen bilgilere göre strateji geliştiriyor, tüm mesailerini Musa'nın hareketini dumura uğratmaya harcıyorlardı. Firavun, sık sık Musa'nın amacının Mısır yönetimi olduğunun nutkunu atıyor rejim çığırtkanlığı yapıyordu. Mısır'a komşu ülkeler gelişirken, başlarında çözüm bekleyen onca toplumsal sorun varken Mısır idarecileri halkın mal varlığını muhteşem ve devasa piramit inşaatlarına harcıyorlardı. Çok ağır koşullarda çalıştırılan onbinlerce köle bir firavunun necis cesedinin konması için inşa edilen piramitlerin inşasında, tonlarca ağırlıkta taş blokların altında can veriyordu. Üç müminin bir araya gelip namazgâh edinilmiş evlerde Musa'ya gelen ayetleri mütalaa etmek en büyük suç olmuşken, üstelik bu müminler toplumu ifsad eden hastalıklara cephe almışken sistemin zirvesindekiler toplumu ıslah edeceklere savaş açmışlardı.
Her türlü fiziki ve psikolojik baskı sürüyor, zulüm rengini gün geçtikçe koyulaştırıyordu. Böyle olmakla hareket içindeki çürükler bir bir düşüyor, Maşitalar bileniyordu. Âlemlerin Rabbi kullarını çilelerle terbiye ediyor âşıklar ve sadıklar bunu lütuf, hareketin mızmızları -hâşâ- zulüm belliyordu. Maşita'nın şehadeti "kara haber tez gelir" meselince çabuk yayılmıştı. Müminler artık gözü kapalı bir maceraya atılmamış olmanın fikrini kapmıştı. Bu dava hiçbir zaman dünyevi menfaatleri, sefahati, müreffeh bir hayatı va'detmedi. Kendi zanlarının hesaplarıyla serüven arayanlar gördüler ki, çile var, gözyaşı var, ölmek var, öldürülmek var. Artık Musa'ya tabi olanlar eski ümmetlerin şehidlerini, destan yazanlarını değil, kendi şehidlerini konuşuyordu. Allah'ın Bir topluma hediye ettiğin en güzel şey şehidlerdir. Maşita sadece mekân değiştirmiş, davasına başka bir boyutta ve manevi bir cephede hizmet edecekti artık. İslam öyle kudsi bir dava ki zindanlar, kabirler, gurbetlikler… Her biri davanın birer birimi ve cephesidir.
SON
KAYNAK:
İbn-i Abbas Rivayetleri
İbn-i Kesir
HZ. Âdem'den son Peygambere Peygamberler Tarihi; Ahmet Cemil Akıncı
Ziya Çevlik (inzar Dergisi 43. Sayı